Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Çocuklara hakikati öğretmek gibi bir sorumluluğumuz vardı, bekçiler farkındaydı, ben farkındaydım, bizim gibi sayısını bilmediğimiz milyonlarca insan vardı farkında olan."
Bekçilerin bana ulaşmalarının temel sebebi Kur’an’dı. İnsanlığı kontrol edecek kadar güçlenen Samirîlere karşı Kur’an’la mücadele edecektik. Kur’an bizim tek kılavuzumuz olacaktı ve akledecektik. Kur’an’ı okuyacak, algılayacak, analiz edecek ve insanın tek kurtuluş yolu bu olduğu için elde ettiğimiz sonuçları kiliselerden, sinagoglardan, camilerden ve bütün tapınaklardan uzaklaştırılan insanlara ulaştıracaktık.
Ne kadar zordu bu iş, ‘Sıkıntı’yı yazarken fark ediyordum. Üniversitelerin çürüyen ruhundan bir şey ummak mümkün değildi, çünkü Samirîlerin temellerini attığı her bilim dalının bir bütün olarak dönüştürülemeyeceği için bir bütün olarak ortadan kaldırılması gerektiği ortadaydı.
Samirîler kiliseyi ve sinagogu seküler-laik bir tekmeyle aşağılayarak düşüncelerin temelinden uzaklaştırmışlar ve kendi buyruklarını teolojinin, felsefenin, edebiyatın, biyolojinin, fiziğin temeline yerleştirmişlerdi; kılavuzları onlar hazırlamışlardı, kitapları onlar yazmışlardı.
Birçok sohbetimizde dostlarıma akıl yürütmenin zirvesi sayılabilecek olan matematiğin dokunulmaz yapısının her türlü ideolojik müdahaleden uzak kaldığını söylüyordum. Bu doğruydu ve biz insanlara önce matematiksel düşünme biçimini öğretmeliydik. İnsanların hayatlarını doğrudan etkileyen iktisat teorilerinin de temeli matematikti, psikolojik savaşların stratejik temellerini oluşturan tekniklerin de.
Bize Kur’an merkezli kılavuzlar gerekiyordu her alanda. Üniversiteleri değiştirebilmemiz için, üniversitelerde çalışanlar bir yana, üniversitelere gidecek olanları da çocukluktan itibaren hazırlamalıydık. Üniversiteleri sorgulama bilinci matematikle olgunlaşmış gençler değiştireceklerdi.
Karımın çocuklarımızın eğitimiyle ilgili kaygıları gerçekti, çağın akılsız ve para canlısı gençlerini gördükçe bütün anneler de bu kaygılarla büyütmeye çalışıyorlardı çocuklarını.
Hiçbir şey için geç değildi, çaresizlikler içinde bocalayan insanlığın başka çaresi yoktu. Nesnel bir şekilde baktığımızda, insanı yok etmeye odaklı Samirî kaynaklı düşüncenin ve bilimin geldiği çıkmaz sokaklara dikkatle baktığımızda, insan aklına her alanda, her konuda kılavuz gerektiğini görüyorduk. Batı yerkürede hâkim olan bütün aklı sömürmüş ve istediği bir şekilde kısırlaştırmıştı.
Evet; teknolojiyi, bindiğim uçağı geliştirmişti Samirîler, nükleer ve biyolojik silahları geliştirdikleri gibi.
Fakat artık insanlık düşünemiyor ve yeni çıkışlar bulamıyordu. İnsana refah, özgürlük ve mutluluk vaat eden bütün ideolojiler pazarlanmış, kullanıma sunulmuş ve tüketilmişti. Şimdi sadece ‘neo-liberal sol’ adı altında yaygınlaştırılan para merkezli sömürü sistemleri insanları derin bir karanlığa doğru güdülüyordu. Elde edilen paranın kaynağı önemli değildi, karşılığında ödenen bedellerin de.
Umutsuz değildim ve insanın önündeki engellerin kaldırılabileceğine inanıyordum, mesleğim engelleri kaldırmaktı.
Eğer insan yaptıklarından sorumlu tutuluyorsa bu dünyada, ebediyyen de Allah tarafından sorumlu tutulacaktı. Bu kesindi; ateizmi yayanların ne yaparlarsa yapsınlar insanların zhinlerinde ele geçiremedikleri ve yönetemedikleri tek yer şüpheydi. Sorumluluk şüphesi insanın direniş noktalarının toplamıydı.
Çünkü insan, aklından ve yaptıklarından sorumlu olan -cinlerle birlikte- iki varlıktan biriydi ve o neyi, ne zaman, nerede, nasıl ve neden düşüneceği kendisine öğretilmeden kendisine ait olanı seçip çıkarabilme ve kendisini inşa etme imkânına sahip değildi.
İnsan buydu, hepimizin çok iyi bildiği biz buyduk. Bütün kibrimizle, bütün yetersizliklerimizle biz başkasına muhtaçtık, başkasından öğreneceklerimize mecburduk. Çaresiz bir şekilde, doğduğumuz andan itibaren ergenliğe kadar geçen sürede öğrendiklerimizden seçip aldıklarımızı yöneten irademizin olgunlaşmasını bekliyorduk.
İşte bu nedenle insan, ne zaman, nerede, nasıl, kim tarafından ve kendisine neden öğretildiğini pek hatırlamadığı ve dolayısıyla bilmediği bir kılavuz kütüphanesini kullanıyor, düşündüğü veya düşüneceği şey her ne ise o ona ait zihnine yerleştirilmiş bulunan kılavuzlara bakıyordu önce.
Çocuklara hakikati öğretmek gibi bir sorumluluğumuz vardı, bekçiler farkındaydı, ben farkındaydım, bizim gibi sayısını bilmediğimiz milyonlarca insan vardı farkında olan.
Seçimini yapıyordu insan, kütüphanesindeki ilgili kılavuza baktığında. Ya kılavuzdakileri aynen tekrar ediyordu ya da kılavuzun içeriğinden başlayarak baktığı o şeye dair her bilgiyi her açıdan sorguluyor ve tamamen sorumlu olacağı kendi sonuçlarına ulaşıyordu..
Eğer insan yaptıklarından sorumlu tutulacaksa adil bir şekilde, bu sadece ve yalnızca böyle olmak zorundaydı. Allah elçiler ve kitaplar göndermişti insana kılavuzluk etmek için. İnsan, Allah’ın sınırlarını belirlediği sorumluluğundan yargılanacaktı; Allah’ın gönderdiği elçilerin ve kitapların kılavuzluğunu kabul edip etmemekte serbest bırakıldığı için de özgürdü.
İnsanın kendisine gönderilen ilahî kılavuzların içeriğini değiştirmesi de bu özgürlükle mümkün olmuştu; onun Allah’ın elçilerini öldürerek bütün ilahî kılavuzları reddettiğini de biliyorduk. Son kitap Kur’an -Allah’ın sonsuz merhametinin en büyük delili olarak- bize kılavuzluk etmek üzere korunmuş durumdaydı ve şimdi, insanlığa liderlik eden Batı’nın çöktüğü ve artık aklını kaybettiği bugün, insanlığa kendi onurunu kazanma fırsatı verecek olan tek kılavuz da Kur’an’dı.
Kur’an bir kılavuz kütüphanesiydi hiç kuşkusuz; ancak biz insanlar ezberlediğimiz diğer beşerî kılavuzların kurbanı olduğumuzu fark etmiyorduk ya da fark etmiş olsak da bize kolay geleni yaparak Kur’an’dan uzakta kalmayı seçiyorduk.
Bütün kibrimizle, bütün yetersizliklerimizle biz böyleydik; başkasına muhtaçtık, başkasından öğreneceklerimize mecburduk, ancak eğer o başkası Allah ise ondan yüz çevirmeyi seçecek kadar da azgın, âsi ve cahildik.Bu insan aklının intiharıydı ve insanlığın toplam aklı Samirîlerin istediği gibi intiharı seçmişti.
İnsan aklı, dosdoğru bir çizgide kabul edeceği bir tek kılavuz kütüphanesi olduğunu biliyordu; o kütüphane dışından seçilecek her kılavuzun insan için mutsuzluk ve kaos getireceğini de biliyordu. İnsan, seçimini Kur’an’ı reddederek yaptığında insan aklının intihar ettiğini de biliyordu. Aklın bunu bilmemesi imkânsızdı çünkü; Allah’ın kanunlarının dışına çıkılamayacağı aklın bizatihi kendisinden, kendi varlığından çıkarabileceği bir sonuçtu.
Bilmek, farkına varmak, seçim yapmak ve davranmak için gönderdiği kılavuza bakarak aklımızı kullanmamızı emrediyordu Allah; başka türlü aklımızı kullanmış olmuyorduk, ancak akılsızlar gibi davranmış oluyorduk. Çünkü akıllı insan Allah’ın gönderdiği kılavuz kütüphanesinin dışında bir seçeneğin kendisine hem dünya da hem de ahirette cehennemi yaşatacağını biliyordu.
İnsan aklı, şimdi, başlangıçtan beri sonunu çok iyi bildiği bir şeyi izliyordu; kendisinden çıkan, kendisini taklit eden ve ‘seküler akıl’ olarak insanlığa Allah’tan bağımsız bir cennet hayatı vaat eden Batılı sahte aklın sefaletini izliyordu.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.