Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Müslüman öldürmek solcuları acıtacak bir şey değildi çünkü. Ama canları acımış gibi davranmaları solculuğun ezilmişlere yönelik bir borcuydu; ödemeleri gerekiyordu."
‘Beyazlar’dan kastettiğim türler ten rengi beyaz olanlar değildi, ten rengi ne olursa olsun kendilerini bulundukları toplumlardan soyutlayarak insanları bedenleriyle, duygularıyla, ihtiyaçlarıyla, idealleriyle ve hayalleriyle sömüren, genellikle Samirîlerin kendilerine verdikleri güçle semiren ve hükmeden insansı türlerdi.
Terry Melanson, sakin ve soğukkanlı bir dille anlatıyordu, bu aslında çimenlerin üstündeki çiğ gibi tanımlanan asalakların nasıl çalıştığını:
“Charles Hingham, Trading with the Enemy (Düşmanla Ticaret) adlı kitabında, Rockefeller ve Ford'un servetlerinin kısmen Nazi Almanyası ile işbirliği yaparak, Rockefeller'ların Standard Oil Company aracılığıyla Nazilere petrol satarak, Ford'ların ise yan kuruluşları aracılığıyla Nazilere tank satarak nasıl arttığını belgelemektedir (Not: Müttefiklerin Almanya'yı bombalamasında zarar görmeyen tek endüstriyel altyapı Köln yakınlarındaki Ford Motors fabrikasıydı). Hem Standard Oil (daha sonra Exxon, Mobil ve Amoco) hem de Ford Motor Co. İkinci Dünya Savaşının ardından Savunma sözleşmelerinden büyük kârlar elde etti.
Rockefeller 1950'den beri Dış İlişkiler Konseyi'nde (CFR) önemli bir liderlik pozisyonuna sahipti ve David Rockefeller Trilateral Komisyon'un kurucularından biriydi. Her iki örgüt de 1970'lerin sonunda ABD'nin Orta Doğu'dan petrol tedarikini korumak için askeri müdahalede bulunacağını belirten 'Carter Doktrini'nin hazırlanmasına yardımcı olmuştur.”
Rockefeller’i 1950’li yıllarda İslamcı Sebîlürreşâd dergisine yaptığı ‘teberru’lardan hatırlıyordum. İslamcılara göre Rockefeller ‘muteberri’ idi; ideolojik bir örüntü etrafında yayın yapan dergiye de ‘içinden gelerek ve karşılık beklemeden’ para vermişti. Ne kadar duygusal ne kadar hayırsever ilişkilerdi ama.
Savaş lordları için hayırseverlik mükemmel bir maskeydi. Gerçek asla saklanamazdı oysa:
“Dış İlişkiler Konseyi (CFR), Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve NATO gibi kurumsal küreselleşmenin temel kurumlarının arkasındaki tarihsel itici güç olmuştur ve Esquire dergisi 1962'de bu kurumdan 'ulus olarak kaderimize yön veren Kuruluş'un bir parçası' olarak bahsetmiştir. 1950 yılında Chicago Tribune gazetesi CFR ile ilgili bir haber yayınlamış ve haberde şu ifadelere yer vermiştir: '[Üyeler] zenginliklerinin, sosyal konumlarının ve eğitimlerinin kendilerine sağladığı prestiji ülkelerini iflasa ve askeri çöküşe sürüklemek için kullandılar. Ellerine bakmaları gerekir. Üzerlerinde kan var; son savaşın kurumuş kanı ve şimdiki savaşın taze kanı.'"
Hayırseverlerin ilericileri de vardı. Gürcistan’da, Ukrayna’da, Yugoslavya’da, Mısır’da ve 2013 Gezi Teröründe olduğu gibi çok aktif olduğu Türkiye’de, Yahudi spekülatör Soros’un bütün dünyayı alt üst eden renkli devrimleri de hep beyazlar üzerinden yürütülmüştü; özellikle TÜSİAD üyesi beyazları hep hatırlayacaktım:
“Kendisini 'ilerici bir hayırsever' olarak tanımlayan milyarder George Soros, 1995 yılından bu yana silah ticareti yapan Carlyle Group'un bir parçasıdır ve bu gruba 100 Milyon Dolar yatırım yapmıştır ve silah üreticileri Boeing ve Lockheed-Martin'de önemli hisse senetlerine sahiptir. CFR'nin bir üyesi ve eski yöneticisidir ve iş dünyası, bankacılık, medya, ordu ve hükümet alanında dünyanın en zengin ve en güçlü isimlerinden oluşan yaklaşık 1300 kişilik, yılda bir kez aşırı gizlilik ve neredeyse anlaşılmaz bir güvenlik altında toplanan ve resmi amacı ve eylemleri bir gizem olarak kalan ve geniş çaplı spekülasyonlara yol açan esrarengiz Bilderberg Grubu'nun bir üyesidir.” diyordu Terry Melanson.
Ve ‘çimenlerin üstündeki çiğ’in üzerindeki perdeyi, analizindeki ilişkiler ağını anlattığı yerden başlayarak kaldırıyordu:
“Bilderberg'in 353 üyeli Amerikan birliği, Paul Wolfowitz, David Rockefeller, Colin Powell, Henry Kissinger, Vernon Jordan, Melinda Gates, Bill Clinton ve Alan Greenspan'i içeren iki partili bir kafiledir. Dış İlişkiler Konseyi (CFR) ve Trilateral Komisyon ile birlikte çalışan bu örgütün misyonunun, genellikle 'Yeni Dünya Düzeni' olarak adlandırılan küresel, kapitalist bir gündemi desteklemek için dünya hükümetlerini ve ekonomilerini manipüle etmek olduğu uzun zamandır tartışılmakta ve iyi belgelenmektedir. Bu uluslarüstü kurumlar, ulusal egemenliği ('Serbest Ticaret' anlaşmaları gibi mekanizmalar yoluyla), öncelikle şirketlerin ve zenginlerin haklarını halktan üstün tutan tek bir dünya hükümeti lehine ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Bu bağlantı akla şu soruyu getiriyor: Soros ve benzerlerinin Benjamin ve diğerleri ve vekaleten 'savaş karşıtı hareket' üzerinde ne kadar etkisi var? Benjamin'in Küreselleşme karşıtı söylemi bırakıp Bush Yönetimi ve Irak'taki savaş üzerine partizan çekişmelere dalmasının nedeni bu ilişki mi? Benjamin'in 11 Eylül ve bunun sonucunda ortaya çıkan 'Teröre Karşı Savaş' ile ilgili olarak 'geri tepen' bir tutum benimsemesinin nedeni bu mu? Benjamin, UFPJ Asamblesi'nde 11 Eylül Gerçeği önerisi oylamasında çekimser kalmış ve daha sonra çekimserliğini 'öneriye oy vermenin UFPJ'nin 11 Eylül Gerçeği hareketinde yer alan bazı 'zor insanlarla' çalışmak zorunda kalacağı anlamına geleceğinden korktuğunu' iddia ederek açıklamıştır.”
11 Eylül, Müslümanlara yönelik toplu soykırımların altyapısını ve gerekçesini sağlayan sahte bir terör faaliyetiydi. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının tasarımcıları ve destekçileri olan Samirîler farklı savaş yöntemleri üretiyorlardı. Şaşırtıcı bir şey yoktu:
“Benjamin'in 'zor' insanlarla çalışmayı kendine yedirememesi büyük talihsizliktir (her ne kadar kimin 11 Eylül Gerçeği'nin güvenilir bir üyesi olup olmadığının farkında olduğu bile şüpheli olsa da). Ne yazık ki 11 Eylül araştırmalarının doğası gereği, bu araştırmalara sürekli olarak meşhur kaçıklar ve çeşitli derecelerde dezenformasyon sızmaktadır, ancak Benjamin ve UFPJ bu çok karmaşık ve çeşitli harekete karşı her şeyi kapsayan, yekpare bir bakış açısı benimsemişlerdir. Kişisel zaafların, Eylül ayının o meşum gününde öldürülen 3,000 kişinin ve 11 Eylül'ün bir tür intikamı olarak ‘Teröre Karşı Savaş’ adına öldürülen yüz binlerce kişinin aileleri için adaletten daha öncelikli olması daha da talihsiz ve bazılarına göre trajiktir. Tabii ki, çekimser kalma kararını etkileyen kişisel bir zaaf değil de, fon sağlayıcılarından gelen bir emir, bir tür mesleki tepki ya da misilleme tehdidi veya basit bir meslektaş onaylamaması gibi daha doğrudan bir şey değilse.
Ve belki de en büyük hakaret, şu anda (biraz oksimoronik) Amerika'nın İlerici Demokratları için para topluyor olmasıdır. Ralph Nader'in aday arkadaşı Peter Camejo'nun dediği gibi Yeşil Parti'ye yazdığı açık mektupta, 'PDA'nın fon çağrısında [Benjamin] PDA'nın Demokrat Parti olmadığını söylüyor. Bu Panama Kanalı'nın Panama olmadığını söylemek gibi bir şey.'"
Terry Melanson’ın alaycı yorumunu ilk gördüğümde gülümsemiştim. Beyazlara benim baktığım gibi bakıyordu. Özellikle ‘sol’ maskesini ve soldaki artistik modern fraksiyonları hırpalaması çok eğlenceliydi:
“'Sol’ ya da ‘ilerici’ medyada ‘düzenlenmiş direniş’in nasıl işlediğine dair net bir portre çizmek için, modern Amerikan tarihindeki en önemli iki olayı - ABD hükümetinin 11 Eylül'deki olası müdahalesi ve Bush ailesi ile Almanya'daki Nazi rejimi arasındaki ilişki - haber yapmayı ya da bu olaylar etrafında örgütlenmeyi ısrarla reddettiklerini düşünün.
Bu makalede de belirtildiği üzere, ‘savaş karşıtı hareket’in ilk ve belki de en büyük başarısızlığı, ‘Sol’un 11 Eylül'ün ardındaki ‘resmi’ hikâyeye karşı çıkmayı reddederek gösterdiği utanç verici sorumsuzluktur.”
Müslüman öldürmek solcuları acıtacak bir şey değildi çünkü. Ama canları acımış gibi davranmaları solculuğun ezilmişlere yönelik bir borcuydu; ödemeleri gerekiyordu.
‘Bob Feldman yazıyor’ diyerek solcuların iki yüzlülüğünü aktarıyordu Terry Melanson:
"Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, tabandaki insanlar bu yutturmacaya inanmadılar - ya da birçoğu solun kapı bekçilerinin resmi bir soruşturma için yaptıkları hazırlıksız, tutkusuz çağrılara ikna olmadı. Alternatif 11 Eylül haberciliğine olan ilgi artmaya devam etti ve 11 Eylül kurbanlarının aileleri hükümetin örtbas etmesine son verilmesini alenen talep etmeye başladığında ve New York Times gibi ana akım medya kuruluşları bile bağımsız bir soruşturma komisyonunun olmamasının ‘olağanüstü’ olduğunu kabul ettiğinde, sol medya bekçileri geri adım atarak sessiz bir taşlama ve resmi hikâyeye zımni destek gibi yeni bir taktik benimsediler."
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.