Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İçim kanıyordu bin bir acıyla kavrularak ‘Deniz Yazarı’nı okurken. Çünkü görüyordu bütün insanlık; Türkiye ve Katar dışında, Müslüman ülkeleri yöneten alçaklar da aynı sistemin içerisindeydiler ve susuyorlardı, sustukları yetmiyormuş gibi Müslümanlara yönelik her türlü vahşete gizli ve açık bir şekilde destek veriyorlardı."
Samirîlerin, Bilderberg, CFR, Triteral Komisyon gibi üst organizasyonları yöneten yapısına ‘şirket’ diyordu:
"‘Teröre Karşı Savaş’ savunucularının bile kabul ettiği yaygın ve iyi belgelenmiş eleştirilere rağmen, şirket medyası ‘resmi’ hikâyeye bir kez bile meydan okumadı. Bunun yerine, Ground Zero'daki yangınlar hala devam ederken Bush Yönetimi tarafından kendisine yutturulan Usame teorisini keyifle yalayıp yuttu ve 11 Eylül ile Irak'ın işgali arasındaki 18 ay içinde ‘Bush'un hizmetçisi ve barış hareketinin disiplini’ rolüne rahatça yerleşti.
Ancak ‘savaş karşıtı hareketin’ bu hikâyeye herhangi bir itirazda bulunmaması, şirket medyasının korkakça davranışını bile aşan bir düzeyde rahatsız edicidir. Her ne kadar ‘Sol’ Bush ve onun Yeni Muhafazakar kabalasına saldırmaktan çekinmese de, ‘resmi’ hikâyenin devam eden iki partili onayının, ABD Hükümetinin ‘Teröre Karşı Savaş’ olarak bilinen kimera ve vekaleten dünya çapında meydana gelen kurumsal yeni sömürgecilik yoluyla emperyal hırslarını sürdürmek için aldığı ruhsat olduğunu sürekli olarak göremiyor.”
‘Deniz Yazarı’nın neredeyse bir günlük gibi tutulan notlarından biri, 29 Ağustos 2013 tarihliydi. 11 Eylül sonrası ‘Teröre Karşı Savaş’ diyerek Irak’ı işgal eden, Iraklıların merkez bankasındaki altınlarını ve yer altındaki petrollerini çalan, Müslümanları katleden, hapseden, onlara işkence yapan ve tecavüz eden ABD’nin yaptıklarından bahsediyordu:
“Söylenecek bir şey yok. Patlama gününü belirtemiyorum, dün mü, bugün mü diye, ama haber bugüne ait. Irak’ta 10 ayrı yerde patlayan bombalarla 70 civarında kişi ölmüş yine. Bağdat’ta Şii bölgesindeymiş. Bir başka gün de Sünni bölgesinde patlamıştı; yarın kaç bomba, nerede patlayacak belli değil.
Cami, çarşı, cenaze, taziye, düğün fark etmiyor, hayat sürüyor; bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Başbakanı, Cumhurbaşkanı, hükümeti, askeri, polisi olan, ama kendisi ortada olmayan bir devlet var Irak’ta. Belki de var bu devlet denen şey; bombaları tedhiş amacıyla patlatan da o devlet. Öyle değilse her gün onlarca patlama nasıl mümkün olabilir?”
Sanki dünyadaki bütün solcular ölmüştü, buharlaşmıştı; itiraz eden hiç kimse yoktu bu vahşete. Nedenini Terry Melanson’ın anlattığı bu insanlık dışı uygulamalara karşı yaşanan derin sessizliğin. Maskeleriyle insan hakları, özgürlük ve demokrasi pazarlayan ‘savaş karşıtı’ solcular resmî söyleme destek veren ‘düzenlenmiş direniş’ sergiliyorlardı:
“Devlet eliyle yürütülen tasarımlı, donanımlı, sistematik katliam var Irak’ta. Elimde hiçbir kanıt yok soran varsa. Hani bizdeki gibi bayrak, balyoz, ergenekon gibi cesametle ortada duran vak’âlar gibi belgesel hazırlayacak değilim; her gün onlarca patlama ve yüzlerce, binlerce ölüden başka kanıt arayan varsa, başka bir şey değil, sadece yalancıdır ve alçaktır.” diyordu ‘Deniz Yazarı’. “Irak’ta devlet vatandaşlarını öldürüyor. Bunun başka açıklaması yok. Suriye’de, Mısır’da olduğu gibi. Ama kimse duymuyor, görmüyor, konuşmuyor.”
ABD hayalî terör örgütleri üzerinden solcular için söylem alanı açmıştı. ‘Bekçi’ bunu açıkça vurguluyordu:
“Potansiyel suçlu belli El Kaide. Amerika her kedi takla attığında El Kaide’ye işaret ediyor ya. Talabani adlı büyük kedi, Maliki adlı sansarla beraber, yumuşak göğsünü açık tutup, sırtını sıcak yünlü yastıklara dayayarak Irak’ı Amerikalı, İranlı, İngiliz, Fransız, Alman, Rus, İsrailli, Mağaralı her yaratığa insanlarıyla, kanlarıyla, petrol varillerine bağlayarak satıyor.
Haberleri izleyen sıradan bir insan olmak Müslüman topraklarda artık çok zor. Suriye yanı başımızda, Lübnan az ötede, Mısır biraz daha aşağıda; hepsi kan gölü gibi. Doğumuzda, güneydoğumuzda terör örgütü PKK, sıkarım ha deyip duruyor, tepesinde F-16’lar uçarken.
Sıkın, öldürün; ne olur ki? 35 yıl öldürmediniz mi? İşte sizin gibi Allah’tan habersiz Esed, Maliki, Sisi, Hamaney, Obama, Putin, Merkel, Hollande ve Netanyahu her gün yüzlerce insanı öldürüyorlar, bir şey oluyor mu? Ne farkınız var?
Öldürmekte özgürsünüz, çünkü hepiniz katilsiniz. Birbirinizi gözlüyor ve en kolay, en risksiz katliamları anlaşarak yapıyorsunuz. Katiller ölmez, size göre.”
İnsanların maruz kaldığı insanlık dışı uygulamalara karşı susmak insanlık onuruna yönelik en büyük saldırıydı ve solcular susarak üç yüz yıl boyunca elde ettiklerini düşündükleri ‘insanlık onuru’nu temsil haklarını sonsuza dek kaybediyorlardı:
“Bosnalı Müslümanları katledenler hâlâ yaşıyorlar, birer birer serbest kalıyorlar nasılsa. Bush ve Blair emekli oldu katillikten. Katil Esed İran’da, katil Sisi ise sarayında. Hepsi yemeklerini yiyorlar, çocuklarını seviyorlar. Saddam’ı, Kaddafi’yi kullanıp çöpe attığınız gibi Mübarek’i atamadınız. Uşaklarınızı korkutmamak için çok çaba sarf ettiğinizi biliyoruz.” diyordu ‘Deniz Yazarı’ ve Müslümanlara yönelik ABD merkezli Samirî saldırılarının nasıl geçiştirildiğini somut bir şekilde aktarıyordu:
“Şam’da 1300 çocuk, kadın, erkek sarin gazıyla ölmüş, kopardığınız yaygara tuhaf. Yüz binden fazla insanın öldürülmesine aracılık eden mermiler, bombalar kimyasal bileşikler değil miydi? Aranızda anlaştığınız gibi, illa kimyasal özü yüksek, zehirli gazlar mı sizi harekete geçirecek? Müslüman ölülerin kartviziti mi var, mezar taşlarına asılacak nasıl, neyle öldü, kim öldürdü diye?
Perşembeydi, cumaydı, derken ayın adı değişti. 4 Eylül diyorsunuz. Esed sarin gazıyla 1300 kişi öldürdü diye bütün savaş gemilerinizi Doğu Akdeniz’e yığdınız, senaryolar yazıp duruyorsunuz. Rahat olun, insanlar ölüyorlar; biraz daha uzatın romanınızı. Hazırız demenizin anlamı yok; saldırıyoruz, yok saldırmıyoruz, keçilerin sağlığına dikkat ediyoruz, diyorsunuz.”
Ve genişletiyordu şeytanî saldırıların uygulanageldiği haritaları:
“Burma/ Mynanmar/ Arakan’da da öldürüyorsunuz Müslümanları. Öldürün sakıncası yok; elimiz mahkûm. Bir Allah var, dua edeceğimiz.
Elbet bu günler de geçecek. Çocuklarınızı sevemeyeceğiniz günler de gelecek kanlı ellerinizle. Çocuklar büyüyecekler, sizin katil olduğunuzu görerek büyüyecekler. Siz asıl o zaman korkun. Kaçacak fare deliği aradığınız zaman, merhamet dileneceksiniz.
Ama şimdi serbestsiniz; öldürün Müslümanları. Birbirlerine öldürtün.
Nasılsa çocuklar hariç herkes katil.”
İçim kanıyordu bin bir acıyla kavrularak ‘Deniz Yazarı’nı okurken. Çünkü görüyordu bütün insanlık; Türkiye ve Katar dışında, Müslüman ülkeleri yöneten alçaklar da aynı sistemin içerisindeydiler ve susuyorlardı, sustukları yetmiyormuş gibi Müslümanlara yönelik her türlü vahşete gizli ve açık bir şekilde destek veriyorlardı.
İnsanlık hiç bu kadar kuşatılmamıştı, şeytanın çocukları tarihin hiçbir döneminde hiç bu kadar güçlü bir yapı kurmamış ve bütün değerleri, kutsalları bu kadar aşağılama fırsatı bulamamışlardı.
Bekçi’nin umudu yankılanıyordu içimde: “Çocuklarınızı sevemeyeceğiniz günler de gelecek kanlı ellerinizle. Çocuklar büyüyecekler, sizin katil olduğunuzu görerek büyüyecekler. Siz asıl o zaman korkun. Kaçacak fare deliği aradığınız zaman, merhamet dileneceksiniz.”
15 Temmuz 2019’dan bu yana yaşadığım çok yoğun ve sıkıştırılmış zamanların yirminci gününde, insanlığı kuşatan bütünleşik kötülüğün neredeyse bütün kollarını görebilecek bir duruma gelmiştim; ancak yukarıdan aşağıya doğru ve bazen yatay seyreden ilişkiler ağını tam olarak keşfetmek ve somutlaştırmak için almam gereken daha çok yol vardı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.