Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Türkiye'ye açıkça destek verdiğini beyan ederek Türkiye'nin AB sürecini dışarıdan kilitlemeye çalışan Amerika, tüm öngörülerinde yanılmıştı; bu da onu gittikçe agresifleşen bir ‘kovboy’ gibi, soğukkanlılığını yitirmiş bir diplomatik yenilgiye sürüklüyordu."
Ankara uzun zaman önce uyanmıştı, ama bu kolay olmamıştı. Erdoğan’ın 2001’de kurduğu Ak Parti’nin iktidar olduğu 2002 sonrasında Türkiye'nin Amerika ile ilişkilerinde bir denklik mücadelesi arayışı içinde olduğuna şahit olmuştum. Üstelik bu arayış o dönemde yaşanan taze gelişmeler dikkate alınarak değerlendirildiğinde Türkiye'nin Mart 2003'ten önce başlayan ‘derin ve çok boyutlu diploması savaşında’ ciddi sayılabilecek kadar yol aldığını gösteriyordu.
Bunun en açık kanıtı, TBMM kararlarının ve tercihlerinin dünya borsalarını ve petrol piyasalarını açıkça ve inkar edilemez bir güçle sarsabilmesiydi. Bu fark, Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin in açıklamaları ve çalışmaları (engellenemez güçte atom bombası imal ettiklerini açıklaması, ABD'ye karşı Çin, İran ve Hindistan ile oluşturmaya çalıştığı anti-ABD blokuyla ilgili çalışmalar, Hazar Bölgesi'ndeki derin ve gizli çatışmalar) bugüne kadar gösterdiği etkinin aynı gücüne ulaşamamış olmasıyla daha da belirgin bir şekilde algılanabiliyordu.
Aynı etkiyi Dünya'nın belirli bölgelerinde süre giden çatışmalar için etkin faktör olmaya çalışan AB, Japonya ve diğer ülkeler için de tespit edebilirdik. Kaldı ki; batmakta olan ekonomisi ile ve dağılan siyasi yapısı ile ilgili riskler de artık alınıp satıldığı için, ABD’nin aynı kategoride değerlendirilebilecek açıklamaları da etkisiz kalmaktaydı. O dönemde bu güce sahip tek ülke Türkiye gibi görünmekteydi. İran, etki gücünü petrol üreticisi olduğu için sadece kısmî olarak muhafaza ediyordu.
Türkiye'nin Amerika ile girdiği derin stratejik savaş, Amerika'nın ‘kovboy kızgınlığı’ ile hatalı bir adım atmasına neden olmuştu; Kuzey Irak'ta bulunan görevli Türk Askerlerinin konuşlandığı mekâna baskın yapmışlar ve askerlerimizin başına çuval geçirmişlerdi. Binlerce yıldır kahramanlıklarıyla tanınan bir millet, inanılmaz derecede ve ahmakça tahrik edilmişti.
Türkiye'nin denklik mücadelesinin temeli o dönemde atılmış ve tüm siyasi teşekküller ile özel ve resmî kurumlar bu zeminde hem fikir olmuşlardı. Alt rütbedeki generaller farklı ittifaklardan söz etmeye başlamışlardı.
Türkiye'nin, 1990’daki Irak Savaşı ile uğradığı büyük ekonomik ve siyasî kayıpları, 2003 savaşıyla yeniden yaşamamak için, dişe diş, göze göz, kıran kırana gösterdiği diplomatik çabaların Amerika yönetimi tarafından ‘at pazarlığı’ olarak nitelenmesiyle başlayan ve dünya devletlerinin, bilhassa Müslüman devletlerin gözünde 'bir milyar dolarla satın alınan bir ülke-zavallı bir ülke' imajı oluşturmalarıyla devam eden stratejik hatalar zinciri, nihayetinde 1 Mart Tezkeresinin kabul edilmemesiyle ilk somut karşılığını almıştı.
1 Mart Tezkeresi bir milat olarak kabul edildiğinde, bağımsızlık ve denklik yolunda atılmış adımlar daha da anlam kazanıyordu. Tezkerenin kabul edilmemesi, nefeslerini tutmuş TBMM'yi izleyen bir buçuk milyar Müslüman insanın rahat nefes almasını ve giderek artan bir hızla Türkiye'ye destek vermesini sağlamıştı. Adı daha sonra İslam İşbirliği teşkilatı (İİT) olarak değişecek olan İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreterliğine bir Türk seçilmiş, Kıbrıs konusunda destekleyici açıklamalar yapılmış ve bu yönde bazı adımlar atılmıştı. İhracatın Mart 2003’ten sonra hızla artmasının sebeplerinden biri de buydu.
11 Eylül oyunuyla başlayan Arap petro-dolarlarının ABD ve AB ülkelerinde bloke edilmesi süreci, Müslümanların sınır geçişlerinde yaşadıkları zorluklar ve Amerika'ya başkaldıran Müslüman/lider ülke statüsü, Türkiye'nin sıcak para ihtiyacını hızla gidermeye yol açmıştı. Bir Amerikalı ekonomi yazarı, "Neredeyse çıldıracağım, Türkiye'ye akan sıcak paranın kaynağı ne?" diye soruyordu.
Amerika'nın Türkiye ekonomisini çökertmek için uyguladığı ‘eski stratejiler’ de işe yaramamıştı. Stratejistlerin ve neo-conların hatalar zincirine dönüşen yanlışları Amerika'ya büyük zayiatlar vermeye devam ediyordu. Kaçan petro-dolarlar, büyük kan kaybeden Amerikan ekonomisi için Çin ve Japonya'nın önemini arttırmıştı. Müflis durumdaki Amerikan ekonomisi sadece Japonya ve Çin tarafından finanse edilebilir hâle gelmişti.
Türkiye'nin Amerika'yı dışta bırakarak geliştirdiği ikili ilişkiler, Türkiye'nin AB perspektifini de ikinci plana indirgemesini gerektirmişti. Erdoğan, güçlü bir Türkiye'nin Dünya’nın alışılagelmiş dengelerini değiştireceğini fark etmişti. AB sürecinde büyütülen Kıbrıs ve Yunanistan pürüzlerinden artık yüksek sesle bahsedilmez olmuştu ve AB üst düzey yöneticileri Türkiye'nin gücünden kaynaklanan çıkışlarını anlamaya çalışmaya başlamışlardı. AB ülkeleri yıllardır himaye ederek destekledikleri PKK terör örgütünü illegal ilan ediyor ve çalışmalarını kısıtlıyordu, tutuklamalar başlıyordu.
Türkiye'ye açıkça destek verdiğini beyan ederek Türkiye'nin AB sürecini dışarıdan kilitlemeye çalışan Amerika, tüm öngörülerinde yanılmıştı; bu da onu gittikçe agresifleşen bir ‘kovboy’ gibi, soğukkanlılığını yitirmiş bir diplomatik yenilgiye sürüklüyordu.
Türkiye derin ve çok boyutlu diplomatik çalışmalarının meyvesini komşularıyla ilişkilerini (dolayısıyla ticaretini) düzelterek almıştı. Amerika'ya karşıt olarak geliştirdiği ‘Suriye ile yakın siyasi diyalog’, ‘İran'la enerji alanında çok kapsamlı işbirliği’ ve ‘Filistin’de Hamas'a destek’ gibi stratejik değişiklikler Türkiye'nin denklik mücadelesinde açıkça görülen adımlardı.
Amerika hangi ülkeyi tehdit ettiyse, Türkiye o ülkeyle ilişkilerini geliştirdi. Hatta 11 Eylül saldırıları bahane edilerek Irak’ın işgali sonrası, devrilmeden hemen önce Saddam yönetimi ile ‘bir milyar dolar’ı aşan ticaret anlaşması yaptı. Yakın olsaydı Kuzey Kore ile de siyasi ve ticari ilişkilerini geliştirebilirdi belki.
Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile Rusya devlet başkanı Putin’in sarmaş dolaş görüntüleri yansımıştı dünyaya. Çin ile AB ülkelerinin bile başaramadığı dış ticaret açığının Türkiye lehine değiştirilmesi ile ilgili çalışmalar yapılmış, Çin'e Türkiye'den ithalat yapma şartı koşulmuştu.
Amerika, Türkiye'nin ‘denklik’ arayışlarının farkındaydı. Elindeki ‘Kuzey Irak Kartı'nı kullanmaya devam edecekti. Türkiye'nin yumuşak karnı olan terörü besledi. Türkiye'nin istikrarsızlaştırılması için bir çok eylem planladı; strateji geliştirdi ve uyguladı. Amerika'nın bütün çalışmalarının boşa çıkmasını -ayakta kalarak ve halkın oyuna başvurup güçlenerek- sağlayan Ankara geçen her yıl boyunca elde ettiği kazanımlarla Amerika’ya karşı varlığını denkliğe taşımaya devam etti.
Amerika yaşadığı başarısızlığı ortadan kaldırmak ve Türkiye’ye geri adım attırmak için kendi stratejistlerini tek tek tasfiye etti; yerine yenilerini getirdi. Ancak yeniler de Türkiye'de çalışmış büyükelçilerin uyarılarını dikkate almadılar. Türkiye, BOP ve benzeri Amerikan projelerine bağıra çağıra destek verir görünse de alttan alta BOP'un oluşmasını engelleyecek bölgesel ilişkiler geliştirdi. Kendi manevra alanını, özellikle ‘Müslüman ülkeleri ve Osmanlı Tabanı’nı dikkate alarak genişletti.
Türkiye'nin önlenemez çıkışı, Amerikan yönetiminin elinde sürekli olarak tuttuğu ve her yıl taviz koparmak için kullanmaktan utanmadığı ‘Ermeni Tasarısı’ ile baltalanmaya çalışılmıştı. Amerika elindeki son kozu da temsilciler meclisi dış ilişkiler komitesinden tasarıyı geçirterek kullanacaktı.
Bu, Türkiye'nin Amerika ile denklik mücadelesi için inanılmaz bir sıçrama fırsatı olmuştu. Terör olayları ve Ermeni tasarısı siyasi ilişkileri alenen gerdi ve Türkiye tarihinde ilk kez Amerika'dan elçisini çekti. Bu ancak denk iki ülke arasında yaşanabilecek bir gelişmeydi. Ve Türkiye, bu tavrıyla Amerika'ya kendisiyle denk olduğunu ilan etmişti.
Hükümetin Kuzey Irak'a asker göndermek üzere yetki alınması için gönderdiği tezkere TBMM’de oylanmakta iken ABD Başkanı Bush soğukkanlılığını yitirdi ve Dünya'yı III. Dünya Savaşı'nın çıkma olasılığıyla tehdit etti. Ona bunu ne Rusya ne İran ne de başka bir ülke söyletebilmişti. Denk güçler savaşabilirdi. Zira; güçlü olanın sadece işgal etme olarak gördüğü müdahale, savaş değildi. Zaten bu yüzden işgal ettikleri ülkelerdeki direnişçilere terörist diyorlardı.
Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesinin en son nedeni terördü. Asıl neden Türkiye'nin kendi egemenlik alanlarını ülke sınırları dışına taşıması meselesiydi. Bu da ancak ABD ye denk olan bir gücün hedefi olabilirdi.
Türkiye, o dönemde terör örgütü PKK’nın fiilen yönettiği Kuzey Irak’a girerek teröre karşı kesin bir zafer/başarı elde edecek değildi; burada asıl olan Amerika’ya rağmen adım atabilme kararlılığının TBMM’de beş yüz kusur oyla tescil edilmesiydi; ABD’nin 11 Eylül’ü bahane ederek Müslümanlara yönelik soykırım niteliği taşıyan savaşlar başlatacağını görüyordu. Ancak gücünün sınırlı olması dolayısıyla Erdoğan liderliğindeki Türkiye, tarihin bu en aşağılık işgalini durduramamıştı.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.