5 Ocak 2025 Pazar

SA11188/SD3366: Sıkıntı (Roman); 10. Bölüm-Deniz 10

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Elbette dünyayı ABD yönetmiyordu ve Londra Şehri de bütün tasarladıklarını gerçekleştirebilmiş olarak bugüne gelmemişti, ancak dünya üzerinde kontrol edemedikleri çok az şey vardı. Biz o şeyler üzerinden yürüyebilirdik."

Her birim için yaptığımız değerlendirmeler bittikten sonra genel müdürün dışındaki bütün müdürler toplantı salonundan ayrıldılar, şirketin ana stratejisine yönelik değerlendirmeler özellikle gizli ve önemli olduğu için toplantı odasında çok az kişi kalmıştı. Odada kalanlar, tedarikçi İngiliz şirketine her yoldan ulaşmaya çalışmışlardı, ancak istedikleri sonuçları elde edememişlerdi. 

Bana, kendilerine ne tür bir strateji önerebileceğimi sordular.

Belki de en rutin iş süreçlerim, bu şirketle yürüttüğüm görüşmelerdi. Hiçbir zaman anlaştığımız şartların dışına çıkacak ve benden daha fazlasını isteyecek bir teklifte bulunmamışlardı ve hiçbir şekilde kendilerinin çözmeleri gereken sorunları benden bekleyecek şekilde davranmamışlardı.

Onlara İngilizlerin asla bütün seçenekleri bir tek düzlemde ve bir tek aktörle ele almadıklarını söylemiştim; aynı zamanda hiçbir şeyi kesin bir şekilde kararlaştırmadıklarını ve gelecekte gerçekleşmesi muhtemel gelişmelerin önünü tıkayacak adımlar atmadıklarını da. Süreç ilerlerken ana hedeflerine ulaşmak için strateji geliştiriyorlardı; Amerikalılardan ayrışan en önemli özellikleri buydu. 

Amerikalılar kabaydı, aceleci ve kısa sürede sonuç alıcı kararlar almaya ve kısa adımlar atmaya alışkındılar; sonrasında geri adım atmak onlar için hiçbir zaman bir sorun alanı olarak değerlendirilmezdi. Çünkü herkes onların kararlarına göre davranmak zorundaydı, aksi halde kaybederdi.

İngilizlerin aklı, aslında ‘Londra Şehri’ olarak anılan satanistlerin, yani Samirîlerin egemen olduğu şehrin aklıydı ve bu akıl ABD gibi bir aracı hoyratça kullanabilecek bir güce sahip olmasına rağmen İngiltere’yi terk etmeyen bir akıldı, tarih boyunca asla kovboy psikolojisi ile hareket etmemişti. Doğal olarak da yaptırımlarını ustalıkla gizler, doğrudan açıklamalar yapmaz, ancak işleri olduğundan çok daha fazla karmaşık hale getirerek süreçleri esnetir ve rakiplerine pes ettirerek sonuç alırdı.

‘Londra Şehri’ Fransız Krallığını, Alman, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarını bu şekilde yıkmıştı; yıktığı her krallığı ve imparatorluğu istediği gibi parçalara ayırarak, yeni sınırlar ve ülkeler tasarlayarak yönetmeyi başarmıştı. Aynı zamanda 1789’dan beri dünyanın bütün para trafiğini kontrol etmeye devam ediyordu.

Elbette dünyayı ABD yönetmiyordu ve Londra Şehri de bütün tasarladıklarını gerçekleştirebilmiş olarak bugüne gelmemişti, ancak dünya üzerinde kontrol edemedikleri çok az şey vardı. Biz o şeyler üzerinden yürüyebilirdik.

Şirket yöneticilerine bunlardan bahsettiğimde gözleri parlamıştı. Anlattığım birçok şeyi parça parça olarak bilenler vardı aralarında, ne var ki bu bilgileri bütünü algılayacak ve bir çıkış stratejisi belirleyecek yeterlilikte değildi.

2002 sonrası başlayan ve on yedi yıldır süren Erdoğan döneminde, hemen her ânı kontrollü saldırılar altında geçen Erdoğan’ın halktan aldığı gücü arttıkça Londra Şehri’nin kontrolünün zayıfladığı ve Rusya ile ilişkilerini dikkatle geliştiren bir Türkiye gerçeği üzerine bina etmiştim stratejimi; şirket de bu çerçevede adım atacaktı. 

II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz, II. Abdülhamid ve Mustafa Kemal dönemlerinde uygulanmaya çalışılan denge stratejisine dair bazı hatırlatmalar yaptım. Rusya ve Almanya ile ilişkilerimizde kullandığımız denge çubuğunu Rusya ve İngiltere ile ilişkilerimizde de kullanabilirdik. Rusya ve ABD ile olan ilişkilerimizde de bu denge çubuğu çok önemli kazanımlar elde etmemizi sağlamıştı, ancak ABD’nin kaba ve katı tutumlarını değiştirmek kolay olmamıştı. 

Richmond zaferimiz bir istisnaydı ve sınırlı bir çerçeveye sahipti. Erdoğan Avrupa Birliği’ni by-pass ederek Brexit yolundaki İngiltere ile doğrudan ilişki kurmanın daha akıllıca olduğunu düşünmüştü ve bu yönde de bazı adımlar atmıştı, ancak sonuç alamamıştı. Çünkü Londra ile Erdoğan’ın arasında -2003’ten beri Türkiye’ye diş bileyen Washington’un da dahil edildiği- 2010’da başlayan derin ve çok boyutlu bir savaş vardı.

Londra Şehri, yaklaşık iki yüz yıldır kendi çizdiği haritalara mahkum ettiği Türkiye’yi denk ilişkiler geliştirecek bir muhatap olarak görmüyordu. Türkiye’nin liderlerine layık gördüğü yer belliydi; Türk liderler en fazla hamamda yıkanmış ve temizlenmiş itaatkâr şövalyelere verilen ‘Knight Grand Cross ofthe Order of the Bath’ nişanlarını alabilirlerdi.

Britannica’nın ‘Britanya İmparatorluğu'nun En Mükemmel Nişanıdır, 1917 yılında Kral V. George tarafından hem sivil hem de askeri savaş hizmetini ödüllendirmek için kurulan İngiliz şövalyelik nişanıdır, ancak şu anda bu nişan barış zamanında hükümete verilen üstün hizmetlerin yanı sıra savaş zamanında gösterilen kahramanlık için de verilmektedir.’ şeklinde tanımladığı ‘Knight Grand Cross ofthe Order of the Bath’ şövalyelik nişanını ancak Kraliyet’e iyi hizmetlerde bulunan kişiler almaya layık görülebilirdi.

2008 yılında Türkiye'yi ziyaret eden İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Dışişleri Bakanı olduğu halde, Başbakan Erdoğan’ın önüne geçerek kendi adaylığını dayatan ve TBMM’de gerekli oyu almasına ve seçilmesine rağmen, CHP ve Anayasa Mahkemesi’nin ürettiği ve tarihe ‘367 Krizi’ olarak geçen süreç sonunda Cumhurbaşkanı olamayan, Erdoğan’ın hemen erken seçim kararı alarak yenilenen TBMM’de yer alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin milletvekilleri ile TBMM’ye girerek ve yapay 367 sınırını aşarak seçilme yolunu açtığı, henüz bir yıllık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e İngiltere'nin en önemli nişanlarından biri olan ‘Knight Grand Cross ofthe Order of the Bath’ (GCB) nişanını takmıştı.

Bu ödülü alan sınırlı sayıda yabancının arasında ABD’nin eski başkanlarından Ronald Reagan ve George H. W. Bush, Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Nicholas Sarkozy, ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Collin Powel ve Zimbabve’de en uzun süre cumhurbaşkanlığı yapan Robert Mugabe ve Almanya’nın eski içişleri bakanlarından Gustav Heinemann da vardı.

İki yıl sonra, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Chatham House tarafından 2010 yılın devlet adamı ödülüne layık görülen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ödülünü İngiltere’ye giderek Kraliçe II. Elizabeth'in elinden almıştı.

Önemli Anayasa değişikliklerinin yapıldığı 2010 yılı, Türkiye için bir milat sayılabilirdi; ancak demokrasinin gelişmesi için yapılan bu değişikliklerden faydalananlar ne yazık ki sistemin bütün damarlarına yayılmış bulunan FETÖ üyeleri idi. 

2012’de, Erdoğan’ın talimatıyla PKK terörünü bitirmeye çalıştığı için MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı  tutuklama girişimi; Mayıs 2013’te son taksiti ödeyerek IMF ile olan borç ilişkisini bitirme kararında olan Erdoğan’ı idtifaya zorlamak ve Ak Parti ve Hükümet yönetimini ele geçirmek için tasarlanan ve uygulanan Gezi Terörü, 17-25 Aralık Emniyet-Yargı Darbesi gibi inanılması güç saldırılar, ABD ve İngiltere tarafından  tasarlanmış ve organize edilmiş, devletin bütün güç merkezlerine sızarak elde ettiği sınırsız gücü Erdoğan’ı devirmek için kullanan FETÖ ve CHP liderliğindeki muhalefet tarafından uygulamaya konmuştu.. Abdullah Gül ise, Cumhurbaşkanı olarak bu süreçlerin hiçbirinde Erdoğan’ı desteklememiş, aksine yalnız bırakmıştı.

‘367 Krizi’nin ürettiği kaosun tekrarlanmasını engelleyen 2007 Referandumu ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sağlanmıştı. 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden aday olmak istemesine rağmen, Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğu dönemdeki tutum ve davranışları yüzünden  Abdullah Gül’ün yeniden aday olmasına izin vermemişti; Ak Parti, halkın seçeceği ilk Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ın aday olacağını açıklamıştı. 

Abdullah Gül’ün yeniden aday olamayacağı gerçeği Londra’yı sarsmış olmalıydı. Erdoğan, Kraliçe’den herhangi bir nişan alma eğiliminde olacak bir karakterde değildi.

Seçildikten iki yıl sonra, 15 Temmuz 2016’da, ABD-NATO-İngiltere-Avrupa Birliği-İsrail- BAE-Suudi Arabistan tarafından desteklenen FETÖ Askerî Darbesi, Erdoğan’ı devirememiş, aksine darbeyi devletin vatansever memurlarıyla birlikte durduran halkın büyük desteği ile onu daha da güçlendirmişti.

Durdurulan sadece bir askerî darbe değildi; Londra Şehri’nin sinsi eli ve Washington’un vahşi ruhunun ta kendisiydi. Samirîler tarihte ilk kez bükülmüşlerdi ve bunu hazmetmeleri uzun sürecekti. Finansal ambargolara ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018 dolar saldırısı da eklenmişti. Ancak Erdoğan boyun eğmemişti.

İngiltere’nin bazı savunma şirketlerimize yönelik ambargo niteliğindeki tutum ve davranışları Erdoğan üzerinde kurulmak istenen baskının cesametine bağlı olarak değişecekti ve bu da 2010’dan beri yaşanan ve 2013’ten sonra artan, özellikle İngiltere merkezli saldırılar nedeniyle yakın zamanda mümkün görünmüyordu.  


<< Önceki                      Sonraki>>


[03.01.2025, 10/21 (810))]



Seçkin Deniz, 05.01.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

      

Seçkin Deniz Twitter Akışı