Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Samirîler tarih boyunca böyle çalışmışlardı. Halkı için kaygılanan Fransa Kraliçesi’ne gönderdikleri Yahudi kuyumcu ile kurdukları tuzak da aynıydı, ‘müstebit’ dedikleri II. Abdülhamid’e de."
Hatırlıyordum 2013’te olanları; ancak ‘Deniz Yazarı’ Mayıs-Haziran 2013’te yaşanan CIA operasyonu olarak gördüğü ‘Gezi Terörü’nü benden daha iyi hatırlıyordu ve notları çok ayrıntılıydı. Kullanışlı bir tedhişçi ve sinsi bir örgüt olarak FETÖ’nün yaptığı 15 Temmuz darbesi, 2016’da birdenbire ortaya çıkan bir şey değildi.
Yahudi asıllı Rus politikacı, Türkolog, sosyolog, avukat ve Rusya Liberal Demokrat Partisi kurucusu Vladimir Jirinovski’den yaptığı, “Batı, İslamlaştırılan bir Türkiye istemiyor. Ki bu Türkiye sadece boş oturmayacak, aynı zamanda tüm Müslüman dünyasını birleştirecek.” şeklindeki alıntıyla başlayan ve biten, bu kez daha nesnel bir dil kullandığı analizi, bütünleşik bir yankı odasında Türkiye’ye kurulan tuzakları üç boyutlu olarak işliyordu.
“'Hayâl Şehir' İstanbul’un olağanüstü güzel lacivert boğazı, 2013 baharının son aylarında iki derin gruplaşmanın alevlenen diliyle çatışırken, her şey her zamanki gibi karmakarışıktı. Boğazın altından ve üstünden zıt yönlere doğru ilerleyen su gibi, insanlar ikiye ayrıldılar. Sürtündükleri yer Taksim Gezi Parkı’ydı. Şiddetli iki akıntıdan daha da güçlenen dip akıntıydı; ancak itiraz eden birkaç yüzyıldır yüzeyden giden akıntıydı. Sesleri farklıydı, amaçları farklıydı.” diyordu.
Çok katmanlı bir şekilde kurgulanan analizdi bu ve her katmanda sonraki katmanlarla kurduğu hipotez-analiz-sentez-tez- ispat ilişkisi kuşkusuz bir kanaate varılmasını sağlayacak kadar sağlamdı:
“Sosyoloji, geçmiş yapısal sorunsallarından kurtulamamış profiliyle sorunun konumu ve çözümüne yönelik öncül bir kimlik kazanamadı; doğası gereği her zamanki gibi yine çözümsüzdü; Sosyal Medya’nın etkileşim gücünü sosyolojinin ilgi alanına çekmek ve sosyolojinin yönetişim alanında kullanılabilecek veriler üretmesini beklemek ne yazık ki mümkün olmayacaktı.
Dildeki ayrışma akademik dünya da da yaygındı. Gezi Parkı’nda kitlesel özelliğe bürünen sesin fonetiği, daha geniş kitlenin geçmişte ve günümüzde pek seslendirilmeyen sesi gibi analiz edilmedi. Sessiz kitlenin, demokrasinin mevcut kurallarıyla tepki vererek değiştirmeye çalıştığı sistemin ürünü ve sürdürücüsü olma özelliğine sahip ‘eski egemen’ diğer kitle, Gezi Parkı’ndaki yaya geçiş düzenlemesini ‘bahane’ olarak kullanıp ‘çevreci’ bir kimlikle Gezi Parkı’ını işgal etti. Belirlenmiş ağaçların sökülüp başka bir yere taşınmasına izin vermeyeceklerini söylediler.”
‘Bekçi’ anlattıklarından sonra geri çekiliyor ve çektiği manipülatif ânın fotoğrafının arka planına bakıyordu biraz sonra ve görünenlerden çıkardığı sonuçlarla gerçeklerin aktığı düzlem arasındaki bağı kurmadan yorum yapmaması gerektiğini öğretiyordu okuruna:
“Erdoğan’ın liderlik ettiği Ak Parti’nin yönettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve Taksim Gezi Parkı’nın bulunduğu Beyoğlu Belediyesi’nin sistematik bilgilendirme çalışması olmadığından, yapılmak istenen düzenlemeler halk tarafından anlaşılmadı.
Başlangıçta, İstanbul’un geçmiş yıllardan kalan çarpık kentleşme ve betonlaşma sorunlarına tepkisel olarak bakan söz konusu kitle dışından sesler de, Gezi Parkı’ndaki düzenlemeye olgusal olarak karşı çıktılar.
Hemen hiç kimsenin yapılacak düzenlemenin içeriğine dair bir fikri yoktu. Büyükşehir ve İlçe Belediyesinin sorumluluk alanında bulunan sorun, enformasyon eksikliği nedeniyle gün geçtikçe genişleyen bir taban buldu.”
Samirîler tarih boyunca böyle çalışmışlardı. Halkı için kaygılanan Fransa Kraliçesi’ne gönderdikleri Yahudi kuyumcu ile kurdukları tuzak da aynıydı, ‘müstebit’ dedikleri II. Abdülhamid’e de.
Ama bu kez halkın büyük çoğunluğu işin farkındaydı, medyanın yer kapma telaşına karşılık işlerin iç yüzünü deşifre etmeye yönelik yayınlar da vardı, sosyal medya üzerinden Samirîlerin aktif faaliyetlerini gölgelerden çıkararak herkese anlatanlar da.
Mahir’le çok konuşmuştuk bu konuyu. O içindeki muhalif ruhun etkisindeydi kısmen, ama bu kadar zıt fikirli insanın bir araya gelmesinden de işkilleniyordu. Gezgin ise durumun tamamen farkındaydı. Cevval ise ‘İşiniz bitti, Mühendis!’ diyordu kaygıyla. ‘Size tahammül edeceklerini mi zannediyordun. Menderes kökü kendilerinden olmasına rağmen on yıl bile iktidarda kalamadı!’
Kıvılcım -daha sonra belirlendiği üzere- FETÖ soruşturmaları kapsamında görevden ihraç edilen dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı tarafından birdenbire çakılmıştı:
“İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı zabıta ekibinden yedi kişi, Gezi Parkı’ndaki protestocu çadırlarını yaktı; kitlesel ayrışmanın somutlaştığı önceki örnekler gibi basit bir sorun birdenbire somutlaştı ve İktidar karşıtı bir eyleme dönüştü. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana gibi büyük şehirlerde dört-beş haftalık nicelik olarak dar, ancak nitelik olarak taşkın kitlesel eylemler yaşandı.
Güvenlik güçlerine, eylemleri naklen vermeyen televizyon kanallarına ait araçlara, İktidar Partisinin illerdeki binalarına, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Dolmabahçe’deki çalışma ofisine, İstanbul ve Ankara’daki ikametgâhına, Başbakanlık Binasına, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yönelik saldırı ve işgal girişimleri gerçekleşti. Kısa bir süre önce Türkiye’nin bütün iç ve dış politikalarına yönelik her türlü muhalif yapı İktidarı destekleyen geniş toplum karşısına bir anda savaş algısı ile dikildi. Meskenlere sistematik olarak yayılan tencere, tava ve korna çalma gibi minik ve ısrarlı eylemler, sosyolojik ruhun tedirgin edilmesine yönelikti.”
Abdülhamid tahttan indirilirken halk bu şekilde tepkisiz hale getirilmişti; insanlar Cumhuriyet kurulduktan sonra yapılan değişikliklere de, CHP’nin 1950’ye kadar süren ve özellikle 1938’den sonra daha da insafsızlaşan tek parti iktidarına, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 27 Şubat 1997 tarihlerinde yapılan ABD-İngiltere-Avrupa-NATO destekli Atatürkçü maskeli askeri darbelerine de sessiz kalmıştı.
“Gezi Parkı gösterileri ve eylemleri oluşturdukları yarıkla toplumu ikiye böldüler; gösterileri destekleyenler ve gösterilere karşı çıkanlar. Ayrışma iyice derinleştiğinde farklılıkların asıl nedenleri de ortaya çıktı.” diyordu ‘Deniz Yazarı’.
“Gösterileri destekleyenler, İktidar Partisi’nin 10 yıllık kesintisiz iktidar döneminde uyguladığı politikalardan çıkar amaçlı zarar görenlerdi. Yaşam koşulları yoksulluk seviyesinin altına hiç düşmemiş olan, sosyolojik, kültürel, bürokratik, ekonomik, siyasî yapının elitleri ve onlarla birlikte kurumsal ve bireysel güç elde eden destekleyiciler olarak bu grup öfkeliydi.
28 Şubat, 12 Eylül darbelerinden ve son on yılda planladıkları darbe girişimlerinden başarısız oldukları için yargılananlar ve onlarla eklemlenmiş bir şekilde hayat süren sanatçılar, gazeteciler, yazarlar, hukukçular, akademisyenler, kurumsal ve bireysel işletmeler ve sivil toplum kuruluşları ve hepsinin çocukları, bazı dinsel argümanlar kullanan sol literatür eylemcisi gruplar, MLKP, PKK, DHKP-C gibi illegal-terör örgütleri, CHP, BDP, SDP (ve başlangıçta destekleyen, tabandan gelen tepkilerle desteğini çeken MHP) gibi partiler bu öfkeli grubun besleyenleri idiler.”
İttihat-Terakki adı altında örgütlenen ve Abdülhamid’i tahtan indirenler hep aynı kişilerdi, aynı şekilde birbirlerine ‘yandaş’ oluyorlardı. Oluşturdukları cephe, kazandıkları zaferlerden sonra ülkeyi aralarında paylaşmak için kurulan soygun, istismar ve faşizm düzenekleri için temel ortak paydadan başka bir şey değildi.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.