Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Mahkumlar kaçtı, Esad rejiminin zulüm anıtı darmadağın oldu, söylentiler yaşayanları ve ölüleri aratıyor."
Ferace giyen Alady yere diz çökmüş, kalın ve yıpranmış bir kitabın sayfalarını karıştırıyordu. Kızı da yanında onu izliyordu.
Suriye'nin başkenti Şam'ın dış mahallelerindeki bir hapishane olan Filistin Şubesi'nin binasında duruyordum. Beşar Esad rejiminin Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) tarafından devrilmesinin ardından, on binlerce mahkumun Sednaya gibi diğer büyük cezaevlerinden olduğu gibi buradan da kaçtığı iddia ediliyor.
Kadın isminin açıklanmasını istemedi ve kendisiyle röportaj yapılmasını da istemedi. Oğlunun neden hapishaneye götürüldüğünü sorduğumda, gözlerinde meydan okuyan bir bakışla, “Bir nedene ihtiyaçları var mı?” diye cevap verdi.
Bu yanıt, rejim tarafından gerçekleştirilen on binlerce keyfi tutuklamaya açık bir göndermeydi. Yanında 50 küsur Suriye pasaportundan oluşan bir yığın vardı. Bir adam bu yığının önünde oturmuş, her bir pasaportu açtıktan sonra bir kenara atıyordu. Birkaç metre ötede, kırık sandalyelere uzanmış birkaç isyancı vardı; bazılarının parmaklarından sigara sarkıyordu, çoğunun elinde tüfek vardı.
Medya mensuplarının ve mahkum ailelerinin hapishane kapılarından akın akın girdiği Sednaya'nın aksine, bu hapishaneye erişim son derece kısıtlıydı. Filistin Şubesi'ne ilk gittiğimde, silahlı gardiyanlar yetkililer tarafından verilmiş bir basın izni talep ettiler. İki gün sonra evraklarımla birlikte geri döndüğümde beni içeri almakta isteksiz davrandılar, ancak birkaç dakika bekledikten ve ısrar ettikten sonra bana etrafı gezdirmeyi kabul ettiler.
HTŞ üyesi Yaser ve bir başka isyancı bana cezaevi binasına kadar eşlik etti. Onlara bu hapishanedeki koşulların Sednaya'dakilere benzeyip benzemediğini sordum. “Daha kötü” diye cevap verdiler, bana dönüp bakmadılar bile.
2011'de Suriye devrimi başlamadan önce işletme öğrencisi olan Yasser, 2012'de kendisinin de Filistin Şubesi'nde mahkum olduğunu anlattı. İşaret parmağıyla ağzının kenarını çekerek eksik azı dişlerini gösterdi. “Dişlerimi kırdılar - üçü sağda, biri solda ve biri de üstte, toplam beş tane” dedi. "Terörist olduğumuzu kabul etmemizi istediler. Özgür Suriye Ordusu'ndan herkes terörist olduğunu kabul etmek zorundaydı.”
Yasser mahkumların maruz kaldığı çeşitli işkence yöntemlerini anlattı. “Mahkumları kırıyorlar ve dövüyorlar; onları baş aşağı asıyorlar ve kanları akana kadar vuruyorlar. Metal, tüfek kullanıyorlar, umurlarında değil” dedi “Umursadıkları tek şey mahkumun kendini suçlu göstermesi ve böylece serbest bırakılması için bir fiyat pazarlığı yapabilmeleri. Pazarlık yapacak birini bulamazlarsa, kişi hapishanede kalmaya devam ediyor.”
Çamurlu merdivenlerden inerek geniş odaların sıralandığı uzun, karanlık koridorlara girdik. Yaser'e hücresini hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Hapishanenin düzeninin, kendisinin de mahkumlardan biri olduğu zamandan bu yana çok değiştiğini söyledi. “Biri içeri girdiğinde gözleri bağlı oluyor,” diye ekledi. “Kimse neye girdiğini bilmiyor. Rejim böyle davranıyor.”
Odalar hâlâ yaşam izleri taşıyordu. Duvarların her iki yanında, aralarında neredeyse hiç boşluk olmayan battaniyeler sıralanmıştı ve her birinin bir mahkûmun yaşam alanı olduğu belliydi. Koyu gri battaniyelerin bazılarının üzerinde iç çamaşırı ya da başka giysiler vardı. Odanın köşesinde, hücrede yaşayan 20 kadar kişiye hizmet etmesi amaçlanan pis görünümlü bir banyo vardı. Bazı odalarda hâlâ ağır metal zincirler bulunuyordu. İnsan, mahkumların kapıların dar aralığından dışarıya doğru çabaladıklarını neredeyse hayal edebiliyordu.
Her biri kendisine dik ve paralel olanlarla aynı olan labirenti andıran koridorlar bitecek gibi görünmüyordu. Hapishanenin bölümlerinden birinde, yerde tek bir battaniye olmasına rağmen Yaser'in bazen birden fazla kişinin tutulduğunu söylediği küçük bir odaya girdim. Odanın köşesinde koyu turuncu idrar dolu bir kova vardı.
Binanın sonunda metal sehpaların bulunduğu büyük bir oda vardı ve ayaklarımızın dibinde binlerce giysi, fotoğraf, kimlik kartı ve kağıt bulduk; hepsinin mahkumlara ait olduğu belliydi. Bulduğum kâğıtlardan biri 16 yaşında bir çocuğun kimliğiydi.
Eşyalar arasında bir dizi protez bacak da vardı. Sular altında kalan tuvaletin zemininde de tek bir koltuk değneği dikkatimi çekti.
Hapishanenin korkunç koşulları, odalarında ve koridorlarında devasa Beşar ve Hafız Esad posterlerinin asılı olduğu bitişik binadakilerle tam bir tezat oluşturuyordu. Her odada büyük masalar, kanepeler ve kütüphaneler vardı ve bina hapishane gardiyanlarının ve görevlilerinin evi gibi görünüyordu. Yaser, birinde dişçi koltuğu, diğerinde spor salonu bulunan odaları küçümseyen bir bakışla gezdi. Bana kendisinin de bu binanın içini ilk kez gördüğünü söyledi.
Birçok Suriyeli, ülkedeki kolluk kuvvetleri arasında yaygın olan yolsuzluk uygulamalarından şikayetçi. Yasser de öyle düşünüyordu. “O [Beşar Esad] lüks içinde yaşıyordu, hiçbir şeye ihtiyacı yoktu,” dedi. “Devlet çöktü ve halk da çöktü.”
Odaların birçoğu yanmıştı, ancak hala hapsedilenlerle ilgili binlerce kağıt ve dosyanın kömürleşmiş kalıntılarını taşıyorlardı. Yanında bir yığın dia film olan bir fotoğraf makinesi buldum; içinde mekanların, ailelerin, çocukların ve arabaların yanındaki takım elbiseli adamların eski tarihli fotoğraflarına benzeyen şeyler vardı. Bunlar mahkumların, yetkililerin ya da askeri istihbaratın kişisel eşyaları olabilir. Kargaşa içinde yere saçılmış kitaplardan bazılarını açtım. Birçoğunda sıra sıra mahkûmların isimleri vardı. Masalardan birinde “çok gizli” ibareli birkaç tanıklık vardı. Bunlardan biri 2015 yılına aitti ve Suriye ordusunun bir parçası olan ancak akli dengesinin yerinde olmadığını iddia ederek kaçan 17 yaşındaki İdlibli Mahmud Adnan el-Kassem'e aitti. Diğeri ise 2013 yılında hükümetle çalışan, yakıt taşıyan ve daha sonra devlet güvenliğinden üst düzey bir subayın gözetiminde benzin istasyonlarına satan Deyrizorlu Ahmed el-Mustafa bin Abdülkerim'in ifadesiydi.
Şam'daki hastaneler, özellikle de el-Müctehid Hastanesi, rejim döneminde kaybolanların umut dolu yakınlarıyla dolup taşıyor. Yasser, yanımızdaki isyancıyı işaret ederek bana kaybolan amcaları olduğunu söyledi. Neşeli bir tavır sergileyen isyancı, akrabalarından bahsedilince başını salladı ve yere baktı.
“Kuzenim 2016'da Kalamun'da (Lübnan sınırındaki dağlık bölge) kayboldu,” diye devam etti Yaser. “Kurtuluştan bir ay önce Tishreen Askeri Hastanesi'nde görüldüğünü duyduk. İnsanlarla konuştuk ve hayatta olduğunu teyit etmeleri için birçoğuna rüşvet verdik ama bazıları orada olduğunu söyledi, diğerleri ise bunu reddetti.”
Hapishanedeki isyancılar bana Filistin Şubesi'nden mahkumların Tişreen Hastanesi'nde olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylediler ama oraya gittiğimde akrabalarını arayanlar için bile giriş yasaktı. Küçük insan grupları gelip gitmeye devam etti - hepsi de çevredeki isyancılar tarafından durduruldu.
İsyancılardan birine gazeteci olduğumu ve eğer hikayelerini paylaşmaya hazır ve istekliyseler Filistin Şubesi'nden kaçan mahkumlarla konuşmak istediğimi söylediğimde, bir isyancı başını salladı ve hastaneye bitişik bir binadaki daha yüksek bir yetkiliyle konuşmamı istedi. Yetkili bana “Burada hiç mahkum yok” dedi. “Eğer olsaydı, onlarla tanışmaktan memnuniyet duyardınız.”
Filistin Şubesi mahkûmlarının El Müctehid Hastanesi'nde olduğuna dair çeşitli kaynaklardan aldığım duyumlar doğrultusunda hastaneye üçüncü kez gittim. İsteğim üzerine nazik bir doktor bana eşlik etti. Acil ve hasta kabul olmak üzere üç farklı koğuşa gittik, ancak getirilen cesetlerin -ya da hayatta kalan mahkumların- hepsinin Sednaya hapishanesinden olduğu söylendi.
Uluslararası Hukukçular Komisyonu Orta Doğu ve Kuzey Afrika Program Direktörü Said Bernabia, Esad yönetimi altında Filistin Şubesi de dahil olmak üzere cezaevlerinin boşaltılmasına rağmen, “son 13 yılda işlenen vahşetin tam kapsamının henüz belirlenmediğini” söyledi.
Tanıştığım pek çok insan cezaevlerine kulaktan dolma bilgilerle ya da tahminlerle geliyordu. Binadan ayrılırken, 2012 yılında kaçırılan oğlu Mahmoud Mohammad Hammadi'yi arayan Souad Mohammad Falah ile karşılaştım.
“Hiçbir bilgim yok,” dedi bana. “Ölü mü diri mi bilmiyorum.”
Hapishanenin iğrenç koşulları, araştırılması gereken çok sayıda evrak ve tesislere sınırlı erişim nedeniyle Filistin Şubesi hakkında henüz ortaya çıkaramadığımız çok şey var. Yine de Yasser ülkesinin şu anki özgürlüğüne seviniyor.
“Tanrı'ya şükürler olsun ki bazı mahkumlar serbest bırakıldı” diyor. “Herkes mutlu ve kutlama yapıyor, daha iyi bir gelecek umuyor. Herkes işlerin iyi gitmesini umuyor.”
Anagha Nair, 16 Aralık 2024, The New Lines Magazine
(Anagha Nair, siyaset ve topluma ilgi duyan bir multimedya gazetecisidir.)
Mustafa Tamer, 17.01.2025, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri-Analiz, Onlar Ne Diyor?
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.