Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Çareleri yoktu; son noktaya gelmiştik. Uzun süredir yaptığımız toplantıların gelip kilitlendiği yer aynıydı, değişmiyordu. Yaptırımlardan sonsuza dek kurtulmanın sadece bir yolu vardı; ihtiyaç duyulan her şeyi üretmek."
Erdoğan’ın işi, II. Abdülhamid’e göre daha zordu. Erdoğan, yaklaşık iki yüz yıllık kemikleşmiş bir ilişkiler ağıyla devletin her kurumuna yerleşmiş ‘Hak ve Halk düşmanı’ bir kütleyle mücadele ediyordu, seçmeninin verdiği veya vereceği oya mahkûmdu ve kendisinin yetiştirdiği nesillerden de yoksundu. Birlikte yola çıktığı, yolda karşılaştığı ve sonradan çıkarları doğrultusunda yanına koşan hemen herkes arızalı politik ve sosyolojik yapının ürettiği büyük kusurlara sahipti.
Toplantı yaptığımız şirketin yöneticileri bile eski sistemin birer ürünüydü; Erdoğan’ın Türkiye’ye kazandırdığı güçten ve Avrupa dahil dünyanın birçok ülkesine yaptıkları savunma ürünleri ihracatından memnunlardı, ancak Erdoğan dolayısıyla Türkiye’ye uygulanan yaptırımlardan şikayetçi olduklarını da görüyordum. Erdoğan’ın 2013’te siyasetten çekilmesi gerektiğini söylüyorlardı.
Onlara en büyük problemlerinin, sorunların Erdoğan’dan kaynaklandığını zannetmeleri olduğunu söylemiştim defalarca. Sorun Türkiye’nin herhangi bir lideri değildi, sorun Türkiye’nin tarihteki gücüne dönme olasılığının yeşermeye başlamasıydı. Japonların, Korelilerin, Almanların ve İtalyanların yaşadığı politik, sosyolojik ve ekonomik travmaların temel sebebinin Amerikan emperyalizmi olduğunu gözden kaçırdıklarını hatırlatıyordum.
Erdoğan öncesi Türkiye’nin savunma sanayii algısının ve kendi iş potansiyellerinin ne kadar sığ ve sınırlı olduğunu biliyorlardı; fakat bilişsel farkındalık insanların tercihlerinin bir sonucuydu. Onlar sıkıştıkları zaman sorumluluklarının millî niteliklerini değil, gündelik kâr merkezli niteliklerini öne çıkarmayı tercih ediyorlardı.
Toplantıda yine gündeme gelmişti Erdoğan. Onlara, ‘Erdoğan 2013’te çekilseydi ne olurdu?’ diye sordum. ‘Yıllık cironuz ve şirketinizin geleceği hakkında ne tür öngörüleriniz ve stratejik beklentileriniz vardı?’
Hepimiz sorularımın cevaplarını biliyorduk; en azından şu anda bu toplantı yapılıyor olmazdı ve Türkiye’nin bir savunma sanayii algısından bahsetmiyor olurduk; ABD şirketlerine fason iş yapan, parça üreten yükleniciler olarak kalacaklardı. Ben de yüklenicilerle çalışmayı sevmiyordum.
Ruslara yaklaşmalarını öneriyordum; onlarla iş yapıp yapmamaları önemli değildi. İngiliz etkisi ancak karşı taarruzla dengelenebilirdi. Bu, tarih boyunca böyle olmuştu ve değişmesi mümkün değildi. Ruslara soğuk bakıyorlardı, Rusların teknolojilerini yetersiz buldukları gibi, algıları Batı’ya bağımlı olarak işlemeye alışkın olduğundan daha farklı seçenekler üretemiyorlardı. Almanları düşünmelerini önerdim; ancak Almanlar da ABD’nin onayı olmadan herhangi bir adım atamazlardı.
Ve belki de ihtiyaç duydukları ürünleri kendilerinin üretmeyi düşünmelerinin zamanının gelmiş olduğunu ve kendilerini yepyeni bir bakış açısına zorladığını fark etmeleri gerektiğini söyledim. Bunu uzun süredir konuşuyorduk, ancak Ar-Ge merkezleri bu konsepte uygun bir şekilde tasarlanmamıştı. Herhangi bir reform, çok büyük maliyetleri ve kaliteli, yetişmiş mühendis ihtiyacını dayatıyordu.
Çareleri yoktu; son noktaya gelmiştik. Uzun süredir yaptığımız toplantıların gelip kilitlendiği yer aynıydı, değişmiyordu. Yaptırımlardan sonsuza dek kurtulmanın sadece bir yolu vardı; ihtiyaç duyulan her şeyi üretmek.
Erdoğan’ın varlığı onlara bu imkânı veriyordu.
‘Deniz Yazarı’nın, Erdoğan’ın 2013’te neden siyasetten çekilmediğini çok net bir şekilde izah eden cümleleri, Türkiye’nin ve dünyanın geleceğinin o günlerde nasıl belirlendiğine de işaret ediyordu:
“'Faiz Lobisi’ kavramı devreye girdiğinde organizasyon şeması netleşti. Ak Parti Genel Başkan yardımcı Hüseyin Çelik'in, "Karşılamaya gitmeyin" açıklamasına rağmen Twitter üzerinden #WeAreErdoğan ‘hashtag'iyle örgütlenen on binlerce kişi, 7 Haziran günü, saat 02:30’da, Kuzey Afrika Gezisinden dönen Başbakan Erdoğan'ı karşılamak için havalimanına akın etti.
"Dik Dur Eğilme, Türkiye Seninle" pankartları ve sloganları ile karşılanan Başbakan Erdoğan, “Faiz Lobisi’ne rağmen buralara geldik. Faiz Lobisi borsada spekülasyona girmekle bizi tehdit edeceğini zannediyor!” diyerek meydan okudu.”
Sessiz kitle, Başbakan Erdoğan’a yönelik stratejileri sezmiş, Başbakan’ı Atatürk Havalimanı’nda coşkuyla karşılamıştı; AK Parti’nin düzenlediği ‘Milli İradeye Saygı Mitingleri’ Başbakan’ın dünyaya verdiği mesajların zemini olma özelliğini kazandı. Hanedan üyesi olarak Padişah olan II. Abdülhamid’in böyle bir desteği hiç olmamıştı.
“Erdoğan seçmenlerince diktatör de değildi, istenmeyen bir adam olma özelliği de yoktu. Mitinglerde SP, MHP bayrakları taşıyan Erdoğan destekçileri dikkatlere doğrudan etki yaptı. Avrupa’da, ABD’de, Balkanlar’da, Güney Asya’da, Filistin’de ve Afrika’da Erdoğan’a destek gösterileri yapıldı.”diyordu ‘Bekçi’. "Dik Dur Eğilme” gösterileri Erdoğan’ın dünya tarafından algılanma biçimine verilen açık bir düzeltme girişimiydi.”
Samirîlerin en büyük gücü ellerinde tuttukları ‘Para’ydı.
‘Deniz Yazarı’ ayrıntıları tarihin berrak sayfalarına işlerken çok titizdi:
“Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Başbakan’ın ‘Faiz Lobisi’ni hedef alan açıklamalarının detaylarını, 11 yıllık iktidarın kısa profilini çıkararak anlattı, "Şöyle bir kaç ay geriye dönün, Mayıs ayı, şükürler olsun Türkiye'nin dünya tarihine damgasını bastığı bir ay oldu. Şöyle bir hatırlayın bakalım, bu olaylar öncesinde Türkiye ne yaptı da neden bunlar oluştu? Bunlar öyle 3-5 ağaç için mi oluştu? Mayıs ayında, Cumhuriyet tarihinde ilk kez IMF'ye borcumuzu sıfırladık. IMF ile rollerimiz değişti. Yüzde 69 olan faizleri mayıs ayında yüzde 4,60'a düşürdük. Eğer bu olaylar olmasaydı faizlerimiz yüzde 2,5'e düşecekti. Bu rahatsız etti birilerini. Kimi rahatsız etti? Faiz lobisini rahatsız etti. Sonuna kadar da biz faiz lobisini rahatsız etmeye devam edeceğiz, kimsenin kuşkusu olmasın bundan. Çünkü bunlarda bir vampirlik, kan emicilik var, alıştılar Türkiye'nin kanını emmeye. 2001 yılında toplanan her 100 liralık verginin 86 lirası borcun faizine giderdi. Bugün ne oldu? Bugün toplanan her 100 liralık verginin 14 lirası faize giderken, 86 lirası millete hizmet olarak gidiyor. Bu rahatsız etti, bu battı birilerine işte, olay bu. Faiz lobisi, geçmişte emmeye alıştığı kanı ememiyor, sıkıntı bu. Bunların arkasında kimlerin olduğunu tek tek biliyoruz." dedi.”
Bütün stratejik planların ‘Para’ merkezli olduğunu ve her türlü diplomatik ve politik adımın bu değişmez merkez için atıldığını biliyorduk:
“25-27.06.2013 Haziran’da Amerika Temsilciler Meclisi’ne bağlı bir alt komisyon, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak Türk hükümetinin tavrını gündemine aldı. Temsilciler Meclisi ‘Avrupa, Avrasya ve Yeni Gelişen Tehditler Alt Komisyonu’ Gezi Parkı protestolarının bölge demokrasisi için ne anlama geldiğini görüştü. Komisyon, ‘Türkiye Kavşakta’ adlı toplantısına konuşmacı olarak ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı Direktörü Soner Çağaptay ile Al Monitor ve Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel’i çağırmıştı.” diyordu ‘Bekçi’:
“Alt Komisyon Başkanı Cumhuriyetçi Partili California Milletvekili Dana Rohrabacher oturumun amacının, Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda karşılaştığı zorluklara yanıt verip veremeyeceğine, bunların Amerika’nın çıkarlarına ve değerlerine yönelik olası etkilerine bakmak olduğunu açıkladı.
Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun, ABD’ye Wall Street Eylemlerini ve ölümlü polis şiddetini hatırlatarak, Türkiye’deki gösterilerin benzer gösteriler olduğunu söylemesinden sonraki açıklamalar tamamen değişmişti. Komisyon toplantısında ifade edilenler, Türkiye’den sert tepki almış olan ABD’nin yumuşamış görüşleriydi ve komisyona çağrılanlar çok ciddi Erdoğan karşıtlarıydı.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.