Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bilinçli bir toplum, bir ülkenin en büyük zenginliği ve gücüydü; ancak o zenginliği ve gücü kullanacak politik ve diplomatik yetenek de gerekiyordu. Türkiye sonuç almayı 2002’den sonra adım adım öğrenmişti."
Başka türlüsü de beklenemezdi. Karanlık odaklar tarafından seçilerek görevlendirilmiş yerli ve yabancı isimler tarih boyunca hep vardı. Halk avamdı; önüne sürülen isimlerin hangi yapılarla ilişkili olduğunu bilmezdi.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılının yaz aylarından, 2016 yılının Mayıs ayına kadar Başbakan olarak görevlendirilen ve görevden alındıktan sonra şiddetli bir Erdoğan düşmanlığı üzerinden CHP ve ortaklarıyla yol yürümeye başlayan Ahmet Davutoğlu’nun, 2013 yılının o karanlık o günlerinde verdiği mücadele dikkat çekiciydi.
“Dana Rohrabacher, Amerika’nın İsrail’le bağlarını şiddetle savunan bir politikacıydı. Beyaz Saray’ın, Gezi Parkı eylemlerinin en sıcak günlerinde, sık sık Hükümete itidal çağrısı yaptığı ve polis şiddetine dikkat çektiği o günlerde Dana Rohrabacher, Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika ziyareti dönüşü İstanbul Atatürk Havaalanı’ndaki konuşmasında ortaya attığı, daha sonra da 'Milli İradeye Saygı' mitinglerinde sıkça dile getirdiği ‘Faiz Lobisi’ ifadesinin, Yahudi karşıtı bir slogan olduğu görüşündeydi.” diyordu ‘Deniz Yazarı’:
“Rohrabacher, Gezi Parkı eylemlerinde Yahudi Lobisi’yle, American Enterprise Enstitüsü’nün (AEI) parmağı olduğu yönünde komplo teorilerine başvurulmasından rahatsızdı. American Enterprise Enstitüsü, merkezi Washington’da bulunan, sağ görüşlü ve serbest girişimcilikten yana bir düşünce kuruluşuydu, aynı zamanda bir önceki Başkan George Bush dönemindeki politikaları şekillendiren Yeni Muhafazakarlar’ın (Neo-conlar) etkili olduğu bir kuruluştu.
Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak jeostratejik önemine dikkati çeken Dana Rohrabacher, son on yıl içinde Recep Tayyip Erdoğan idaresindeki İsrail karşıtı dış politika eğilimini, ‘rahatsızlık verici’ diyerek yorumluyordu. Başbakan Erdoğan’ın, Suriye iç savaşı ve İran-Hizbullah ittifakının Suriye’ye müdahalesiyle birlikte Batı kampına geri döndüğünü belirtiyordu. Gezi Parkı Eylemleri sürerken, İsrail’den oluşan gerginliğin daha da uzun sürmesine yönelik açıklamalar ve mutluluk gülücükleri geliyordu. Hedefte Erdoğan vardı.
Erdoğan hükümetinin kitlesel protesto eylemleri sonucu ‘sarsıldığını’ belirten Rohrabacher, hükümetin muhalifleri bastırmak için ‘şiddete başvurduğunu söylemiş, “Bu tarz taktikler, Erdoğan ve iktidar partisinin karakteri konusunda soru işaretleri yaratıyor” açıklamasında bulunmuştu.”
Mahir, o günlerde Amerika’da yaşayan, çok iyi tanıdığı, ‘temiz ve muhafazakar bir genç’ olarak nitelediği bir tanıdığının ‘Gezi Parkı gösterileri dolayısıyla yüz gencin kıyma makinelerinde doğrandığını’ iddia ettiğini, kendisinin bunu duyunca çok sinirlendiğini, ona, ‘Değil yüz, on gencin başına böyle bir iş gelse önce ben karşı çıkardım, bunların hepsi külliyen yalan, iftira!’ dediğini, ertesi gün de aynı gencin dönüp kendisine ‘aldatıldığını’ söylediğini ve özür dilediğini anlatmıştı bana.
Menderes’i de bu yalanlarla devirmiş ve idam etmişlerdi.
Bilinçli bir toplum, bir ülkenin en büyük zenginliği ve gücüydü; ancak o zenginliği ve gücü kullanacak politik ve diplomatik yetenek de gerekiyordu. Türkiye sonuç almayı 2002’den sonra adım adım öğrenmişti.
Anlatıyordu ‘Bekçi’:
“ABD’nin Türkiye’den gördüğü sert tepkiyle söylemlerinde eksen değiştirdiği gerçeği, Komite Başkanı Dana Rohrabacher’in toplantının açılış konuşmasına yansıdı. Bu fanatik kadın, oturumun Türkiye'yi ‘hırpalama’ amaçlı bir oturum olmadığını, olaylara ve Türkiye'nin gidişatına dair bazı kaygılarının bulunması nedeniyle bu toplantıyı düzenlediklerini açıklamak zorunda kaldı.
Gene Sharp, CIA ile çalışan bir stratejistti ve Dünya’da ABD’nin istediği ülkelerde renkli devrimler yapmakla ünlenmişti.
Milli İradeye Saygı mitingleri ABD ve AB’yi geri adım atmaya zorlamıştı. Geçmişte, İstanbul boğazını yüzerek geçen Rohrabacher, ‘yerel konularla alakalı kitlesel protestoların Erdoğan hükümetini salladığını ve hükümetin muhaliflere karşı sert tedbirlere başvurmasının toplumsal öfkenin yayılmasına katkı sağladığını’ savunmuş olsa da açık bir U dönüşüyle “Bir dost olarak Türklerin yanımızda olmasına ihtiyacımız var.” dedi.
ABD, Gezi Parkı’ndaki rolünü itirafa mecbur kalmıştı.
Muhakkak ki bu dönüşün somut nedenleri de vardı. 4 Haziran 2013’te diplomatik pasaportlu 11 kişi gözaltına alınmıştı. 4 ABD, 2 İngiltere, 2 İran, 1 Hindistan, 1 Fransa ve 1 Yunan vatandaşı Gezi Parkı eylemlerinde kışkırtıcılık yaptıkları gerekçesiyle İstanbul Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde sorgulanıyorlardı.”
FETÖ’nün henüz bütünüyle ortaya çıkmadığı zamanlardı, ancak alttan alta harlanan nefret yangını bu terörist yapının tavanından tabanına doğru hızla ilerliyordu. Devletin derinliklerinde neler olduğunu henüz Başbakan Erdoğan da bilmiyordu. Göstericilere yönelik hiç kimsenin beklemediği ve onaylamadığı polis şiddetinin bir izahı olmalıydı ve ABD, kendisinin hazırladığı oyunda, kendisine gönderilen ‘polis şiddeti’ pasıyla Erdoğan’a gol atmaya çalışıyordu.
2013’ü izlemeye devam ediyordu ‘Bekçi’:
“Washington Institute'den ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, yaptığı konuşmada, Beyaz Saray’ın ‘kaygılı’ açıklamalarına, ‘Protestolar ve hükümetin onlara verdiği karşılık, Türkiye'nin giderek artan biçimde, birbirinden oldukça farklı iki siyasi gruba ayrıldığını gösterdi. Bizlerde en fazla kaygı yaratan şey de bu!’ şeklinde açıklık getirmeye çalışarak şöyle dedi:
"Göstericilerin en azından bazılarının, radikal, şiddet yanlısı köklere sahip ve dünyanın en büyük kentlerinden birindeki ana trafik merkezini haftalarca tıkamaya herhangi bir hükümet sınırsız izin vermeyecektir. Ancak hem gözlemcileri hem de beni ve ABD hükümetini rahatsız eden şey, bazı anlarda barışçıl protestolara görünürde ayrım gözetmeden güç kullanılması. Belki daha da rahatsız edici olan yönü, hükümet liderlerinden tümünün değil ama bazılarının tavırları. Başbakan Erdoğan'ın protestocu heyetle görüşmesi ve park meselesine çözüm bulmada akla yatkın bir pozisyon benimsemesine rağmen, Erdoğan da dahil olmak üzere bu liderler, genel anlamda protestocuların tamamını kötü gösterdiler."
Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül arasında net bir ayrım olduğu tezi eski büyükelçinin açıklamalarından açıkça anlaşılabiliyordu. ‘Erdoğan gitsin, Gül gelsin’ konulu teori de böylece yerleşeceği gerçeklik değerini bulmuştu. Jeffrey, ‘Milli İradeye Saygı’ mitinglerinden aldığı dersi de şöyle yorumlamıştı:
"Protestolar, Erdoğan hükümetinin düşmesine yol açmaz, 2015 seçimlerinden önce kesinlikle böyle bir şey olmaz. Bence hükümet hala çoğunluk desteğe sahip."
Davutoğlu’nun ABD’ye tepkisi ve ABD’nin seri dönüşünün kısa öyküsü aşağıdaki gibiydi:
ABD, Türkiye’ye seyahat edecek olan ve Türkiye’de bulunan vatandaşlarını uyardı. Beyaz Saray ve ABD Dışişleri, Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’deki protestolard aolduğu gibi kaygılarını ifade etti. ABD, konuyu Arap Baharı perspektifinden değerlendirdiğini açıklamalarıyla yansıttı. Yapay olarak oluşturulan Erdoğan aleyhindeki küresel algıyı derinleştirdi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 5 Haziran 2013’te, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, Gezi Parkı eylemlerine yönelik polisin sert müdahalesini ‘kaygı verici’ olarak nitelemesine sert cevap verdi:
“Türkiye’ye ikinci sınıf demokrasi diyemezsiniz!”
Aynı gün ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki, ABD Dışişleri Bakanı Kerry'nin Türkiye'yi hiçbir şekilde kategorize etme gibi bir çabasının bulunmadığını söyledi.
Psaki, "Ancak bazı kaygılar olduğunda da Bakan Kerry ve bakanlıktaki diğer yetkililer çekimser duramaz ve geçtiğimiz birkaç gündür polisin acımasızlığına yönelik kaygılarımız var ve barışçıl gösterilerin onaylanmasına yönelik çağrımıza devam edeceğiz. Bu, bizim dünya genelinde yaptığımız bir şey. Bakan Kerry'nin, yapılması gerekenler noktasındaki inancını dile getirme, olaylarla ilgili sakinlik çağrısına desteğini ifade etme ve Bakan Davutoğlu ile çok pozitif çalışma ilişkisine sürdürme dışında, Türkiye'yi hiçbir şekilde kategorize etme gibi bir çabası yoktu" diye konuştu.
"Yani Türkiye'yi ikinci sınıf demokrasi olarak değerlendirmiyorsunuz?" sorusuna Psaki, "Hayır" yanıtını verdi.”
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.