13 Şubat 2025 Perşembe

SA11264/KY77-NAİFK23: Gezgin Hasan

       Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Duyduğuma göre Hasan, son telefon konuşmamızdan sonra evden taşınmış. Ev sahibinin oğlu Almanya’dan gelmiş, kamyonda eşyası bekliyormuş. Biz gidene kadar değiş-tokuş yapmışlar."

Gazeteden yorgun argın eve geldim, tam yemeğe oturacaktık ki, telefon “zırr” diye çaldı. Arayan kimdi acaba, merak ettim ama bunu öğrenmek için ahizeyi kaldırmak lazımdı. Öyle yaptım, telefonu kaldırdım, kibar bir şekilde “Alllloooov” dedim. O kadar kibarlık yapmama gerek yokmuş, arayan bizim Hasan’mış.

-Naif abi, yengeyi de al bize gel, bir çay içeriz.

-Tamam Hasan, yemeğimizi yedikten sonra geliriz, dedim ve yemekten sonra alelacele hazırlanarak yola düştük. Bizim Hasan, Bağcılar’da yıkık dökük ahşap bir evde oturuyordu.

Hasanların evine vardığımızda kapıyı çaldım. Ha! zili olsaydı zili çalacaktım ama yoktu işte. Uzun süre kapıyı gümlettik ama içeriden “tık” sesi bile gelmiyordu. Hanım söylenmeye başladı;

-Senin arkadaşın da senin gibi, hık demiş burnundan düşmüş. Bak kapıyı-bacayı kapatmış bizi içeriye almıyorlar.

-Sinirlenme hayatım, dedim mülayimce, bak adam bizi çay içmeye çağırdı. İçeriye almayacaksa ne diye çağırsın?

-Peki neden kapıyı açmıyor?

-Ya ne bileyim, belki lavaboda falandır, biraz bekleyelim. 

-Neden, yoksa musluktan su mu içti?

-Yok, Hasan musluktan su içecek kadar cesur değil!

Hanımla ben yarım saat kadar kapıda direk olduk ama içeriden ne ses geliyor, ne seda, ne de Mualla.. üstelik kapıyı açacakları da meçhul. Birden cep telefonuyla aramak aklıma geldi, nasıl olduysa; demek ki az buçuk akıl var halen. Telefonumu cebimden çıkardım. Tabii, cep telefonu cepten çıkarılırdı, başka nereden olacak?

Hanım birden hiddetlendi;

-Naifciğim ne yapıyorsun?

-Telefon edeceğim hayatım. Bakalım belki başlarına bir şey gelmiştir.

-Çabuk o telefonu yerine koy ve derhal eve gidelim.

-Emredersiniz hayatım, emredersiniz. Bak telefon hiç el değmemiş gibi cebime girdi bile.

-Hah şöyle, buyur eve gidiyoruz.

Mecburen evin yolunu tuttuk ama beni de aldı bir merak. Hasan neden böyle bir şey yapsın ki?

Kafamda bin bir düşünceyle sabahı zor ettim, uyku muyku hak getire…

Öğleye doğru cep telefonum “Hasan arıyor” diye çalmaya başladı. Sahi ya bu cep telefonları kimin aradığını nereden biliyor, hayret!

-Alllloooo Naif, ya akşam sizi ne kadar bekledik, bir türlü gelmek bilmediniz. Kılıbık herif yine yenge hanım izin vermedi değil mi?

-Ya ne kılıbıklığı geldik evde yoktunuz. Kapının önünde ağaç olduk. Hatta bir ara mahallenin itleri bizi ağaç sanıp bacaklarımızın arasına ihtiyaç bile giderdiler yani.

-Hadi be sende. Biz evde öylece bekliyorduk.

-Yav yalan mı söylüyorum, yoktunuz işte. Zaten hanımdan bir sürü fırça yedim, yavanlık etme, canımı da sıkma.

-Ya siz hangi eve geldiniz?

-Hangi eve olacak Bağcılar’daki eve. Yoksa senin Tarabya’da katın, Sarıyer’de yatın da mı var?

-Dalga geçme sevgili dostum biz oradan taşınalı çoook uzun süre oldu.

-Ya ne kadar çoook uzun süre oldu, daha dört gün önce gelmiştik.

-Tamam işte dört günün ne kadar uzun olduğunu bilmiyor musun?

-Yok bana dört günün uzun olduğunu söylemediler. Genelde uzun süre deyince aklıma 3-5 yıl gelir.

-Bizde 3-5 gün uzun süredir.

-Nereye taşındın?

-Bakırköy’e.

-Bize uzak ama olsun bu gece geliyoruz, sen evi tarif et.

Hasan evi tarif etti. Akşam hanımı zar zor ikna ettim ve düştük yollara. Araba yok. Tarif ettiği yere direkt tramvay da yok, metro da yok, taksiye verecek para hiç yok. Mecburen iki vesait yaptık, yolun çoğunu da tabana kuvvet diye dua ederek devam ettik. Hasan’ın tarifi üzerine bir evin önünde durduk. Aaaa, bu evin zili bile var. İlginç, Hasan ilk defa zilli bir evde oturuyor.

Hanıma hava atarak elimi zile uzattım ve hafifçe dokundum. Elimi çekip gururla bekledim. Ne de olsa bizim Hasan kapıyı açacak, hanıma mahcup olmaktan kurtulacaktım.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama işkillenmeye başladım ve tekrar zile bastım. Yine bekledim, bekledim, bekledim. İşin kötüsü hanım da benimle birlikte bekliyor ama ağzı, dudakları ve yüzünde acayip tikler oluşuyordu. Tam yarım saat kapıda bekledik, gelen giden yoktu. Uzatmayayım, biraz kısaltayım. Yine cebime ani bir hareketle saldırdım ve telefonu elime sinirle aldım tam açacaktım ki, hanım yine izin vermedi ve telefon çıktığı gibi hiddetli değil daha mülayimce yerine girdi.

Bu defa merakın yerini kızgınlık almıştı. Resmen benimle dalga geçiyordu?

Tam gidiyorduk ki, bir bey geldi ve kapıyı açarak içeriye girdi. Tekrar zile bastım ve beyefendi kapıya çıktı.

-Ya kusura bakmayın, siz burada mı oturuyorsunuz?

-Yoo, sadece oturmuyorum, arada bir de yatıyor, uzanıyorum. Ya sana ne kardeşim sen kimin nerede oturduğunun istatistiğini mi tutuyorsun?

-Yok, yanlış anladınız. Benim bir dostum burada oturuyordu adı Hasan.

-Ha şu gezgin Hasan’ı mı diyorsun, o buradan bugün taşındı.

-Ne?

-Evet taşındı. Ay yoksa sana sormadı mı? Bak şimdi çok ayıp etmiş. Kardeşim adam istediği yere taşınır sana ne?

-Ya tamam tamam…

Millet mi acayip olmuş, yoksa bütün yavanlar bana mı denk geliyor bilmem ama bizim Hasan’ının bir adı da “Gezgin Hasan” mış, öğrenmiş oldum. Allah var, güzel yakıştırmışlar.

Hanım söylene söylene eve vardık. Ayaklarımıza kara sular inmiş bir vaziyette hem de. Yok ben Hasan’ı aramam ve bunun hesabını sormam lazım. Derhal cebime saldırdım ve cep telefonunun tuşlarına ani hareketlerle basarak Hasan’ı buldum, durun çalıyor…

-Alo Hasan, kalleş Hasan, yalancı Hasan, üç kağıtçı Hasan, yavan Hasan, gereksiz Hasan, lüzumsuz Hasan….

-Ya hele dur ne oldu, neden sinirlendin, yoksa yine dellendin mi?

-Sen adamı deli edersin. Hani Bakırköy’de tarif ettiğin adreste oturuyordun?

-Ya kusura kalma sana haber edecektim işte ev telaşı.

-Şimdi nerede oturuyorsun?

-Bahçelievler’de…

-Çabuk adresi ver geliyorum, yoksa yine kaçarsın.

-Yok kaçmam bu defa ev güzel, yerleşmeye kararlıyım. Uzun süre kalacağım.

-Ne kadar uzun süre.

-Ya uzayabildiği kadar.

Hanımı zar zor ikna ettim ve yönümüz Bahçelievler. Hasan’ın tarifi üzerine bir evin önünde durduk. Hakikaten de güzel bir evdi, üstelik zili bile vardı hem de diafonlu. Yani hem zilli, hem konuşmalı…

Zile bastım, diyafondan ses geldi;

-Kim o?

-Benim.

-Sen kimsin?

-Öllümün körüyüm, aç şu kapıyı çabuk.

-Aaaa, ne terbiyesiz adam! ya sana kim olduğunu soruyoruz.

-Ben Naif, aç kapıyı yoksa kırarım.

-Kır da görelim, deli mi ne?!.. Şimdi polisi arıyorum.

İki dakika içerisinde teröristin üzerine saldırdıkları gibi 15-20 polis üzerime atladı. Tabii, hanım da bu kargaşadan nasiplendi. Soluğu karakolda aldık. Derdimizi anlatana kadar sabah oldu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte evin yolunu tuttuk. Hanım benimle ve benim arkadaşlarımla görüşmeme kararı almış, artık salondaki kanepede yatıyorum. Ah Hasan ahhhh!

Duyduğuma göre Hasan, son telefon konuşmamızdan sonra evden taşınmış. Ev sahibinin oğlu Almanya’dan gelmiş, kamyonda eşyası bekliyormuş. Biz gidene kadar değiş-tokuş yapmışlar.


Naif Karabatak, 13.02.2025, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Maarif-i Vekâyi', Mizah




Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

Seçkin Deniz Twitter Akışı