Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"O kadar çok yerde anlatmıştım ki bu planı, o gün yaptığım analizleri ciddiye alarak taraflarını belirleyen ve Erdoğan’a destek veren şirketler bugün dünyaya savunma sanayi ürünleri ihraç ediyorlardı, diğerleri ise küçülmüş ve nihayetinde etkisiz hale gelmiş tabela şirketlere dönmüşlerdi."
O günleri asla unutamazdım. Otuz yaşındaydım. Şirketimizin gerçekten zor durumda kaldığı günlerdi. Ekonomi, sanayi dipten gelen bu ani darbeyle sarsılıyordu ve bugün iş anlaşması yaptığımız şirketlerin büyük çoğunluğu henüz emekleme aşamasındaydı. Erdoğan faktörünün doğrudan etkilediği Türkiye’nin ve kurumlarının zorla sokulduğu bu kısmî fetret devri, tarihsel sıçrama yapacağımız, daha doğrusu tarihe yeniden döneceğimiz günlerin işaretlerini bütünüyle taşıyordu.
Ne var ki o günlerde başımıza sarılan belalar, içten yediğimiz bir darbe olarak ‘Gezi Terörü’ ile sınırlı değildi; Suriye’de aşağılık bir katliam vardı. Vahşice katledilmiş bir halkın leşi üzerinden stratejik çatışmalar üreten, anlaşan, ayrışan hayvanlar sürüsü aç ve vahşi gözlerini Türkiye’ye dikmiş, tehditlerle ağızlarındaki salyaları sağa sola savurarak konuşuyorlardı. Evet konuşuyorlardı; bunlar konuşan leş yiyici hayvanlardı.
Rus Ayısı, Amerikan Sırtlanı, Alman Domuzu, İngiliz Çakalı, Fransız Kuzgunu, Cenevre sofrasında paylaşabileceklerini sandıkları Suriye’nin zavallı leşini tekrar savaş meydanına sürüklemişlerdi. Türünün tek örneği olan münafık İran’ın, Rusya ve Çin’le birlikte hazırladığı, Türkiye’nin ısrarla karşı çıktığı ve Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Milli Koalisyonuna (SMDK) karşı strateji ile enforme ettiği için Esed temelli strateji çökmüştü ve anlamsız Cenevre görüşmeleri rafa kaldırılmıştı.
Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, homurtularla ABD’yi tehdit etmeye devam ediyordu. Savaş gemileriyle yığınak yaptığı Doğu Akdeniz’de, Suriye’nin Tartus limanındaki üslerinden vazgeçmediği gibi, hakimiyet alanı olarak ilan ettiği bölgede kendisinden izinsiz herhangi bir gelişmeye karşı çıkıyordu.
22 Haziran 2013’te, Doha’da ‘Suriye’nin Dostları’ adı altında toplanan ayrışmış leş yiyicilerin içinde Türkiye’nin yeri olmamalıydı; ancak o anda yapılacak en iyi şey orada olmaktı. Denklemlerin oluşumunu izlemek ve muhtemel risklere karşı müdahale planları hazırlamak zorundaydık.
‘Sıfır Sorun Stratejisi’ gereği başından beri savaşa karşı çıkan Türkiye, istemediği, engel olmaya çalıştığı halde maalesef Suriye’de oluşturulan bataklığın içindeydi. İnsanlıktan nasipsiz bazı vatandaşlarına rağmen, Suriyeli sığınmacılara barınma, eğitim, sağlık ve beslenme alanlarında dünya tarihinin en iyi ağırlama hizmetini vererek parlak bir ışık yayıyordu.
Irak’taki özgün duruşunun bedelini ağır bir şekilde ödeyen, Libya’da barışçıl politikaları sabote edilen Türkiye, Suriye’de Esed’le çok sık ve yoğun temaslara rağmen, tasarlanmış ve uygulanan, hatta uygulanmakta olan dış kaynaklı operasyonlar nedeniyle çatışmanın önüne geçememişti. Küresel güçlerin Suriye’deki çatışmaları şiddetlendirmesine ve akan kanı uzun ve geniş bir zamana yaymasına razı gelmediği için de Suriye’deki muhalif gruplarla sıkı işbirliğine girmişti.
Suriye’deki savaşı başlatan Türkiye değildi ve kontrol edemediği bir süreci en az hasarla atlatmaya çalışıyordu; Üç yıl sonra gerçekleşecek olan 15 Temmuz darbesinin altyapısı da o günlerde hazırlanıyordu. Düşmanlarımızın tek amacı vardı; Türkiye’yi parçalamak.
O kadar çok yerde anlatmıştım ki bu planı, o gün yaptığım analizleri ciddiye alarak taraflarını belirleyen ve Erdoğan’a destek veren şirketler bugün dünyaya savunma sanayi ürünleri ihraç ediyorlardı, diğerleri ise küçülmüş ve nihayetinde etkisiz hale gelmiş tabela şirketlere dönmüşlerdi.
Ben, babasıyla birlikte Erdoğan’la görüştükten kısa bir süre sonra, Ocak 2016’da şüpheli bir şekilde ölen Mustafa Koç’un ölümünün de bir tür cezalandırma olduğuna dair şüpheler taşıyordum içimde. Gezi Terörü’nde karşı tarafta yer almalarına rağmen, üç yıl sonra Türkiye’nin çıkarlarını değerlendirmek üzere Erdoğan’la görüştükleri için Koç ailesinin küresel güçler tarafından cezalandırıldığını düşünüyordum.
Her şey birbirine girmişti; kimin kim olduğu bilinmiyordu 2013’te. Türkiye’nin Suriye politikasını eleştiren yerel ve küresel işbirlikçilerin, ABD, Rusya, Çin, İran, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail ve İran’ın Suriye politikasını eleştirmemeleri ikiyüzlülüğün, Türkiye düşmanlığının açık kanıtıydı. Suriye’deki iç savaş sadece iktidardaki Ak Parti’nin bir sorunu değildi, Türkiye’nin sınırlarının değişip değişmeyeceği ile ilgili varoluşsal bir sorundu, ancak muhalefet öyle yorumlamıyordu.
Yüz yıl önce Türkiye’ye ait olan topraklarda yapılan katliamlara, binlerce kilometre uzaklıktan gelip diledikleri gibi müdahil olanlardan çok daha fazla müdahale hakkına sahip tek ülke Türkiye idi. Ne yazık ki Türkiye’nin gücü, Esed katiline, Rus savunma sistemi dolayısıyla yetmiyordu. Gücü yetecek olan tek ülke ise Müslüman Araplarla, özellikle Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt gibi ülkelerle İslam Dünyası’nı dizayn etmek üzere yeni tür âmir-memur ilişkileri kuran ABD idi.
Erdoğan, yeni denge uygulamalarıyla meşgul olan ABD Başkanı Obama’yı, Suriye yerle bir olana ve İsrail için tehdit olmaktan çıkana kadar ikna edememişti. Özgür Surye Ordusu’nun (ÖSO) direnişindeki özgünlüğü terör örgütleri sorunsalı üreterek dağıtan ve Türkiye’yi de bu kaosa sürükleyerek bir taşla onlarca kuş vurmak isteyen ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İsrail ve İran ittifakına karşılık uzun süreli çıkarları gereği Rusya, Türkiye ile ilişkilerini riske atmamıştı. Türkiye ile doğrudan kurduğu ilişkilerini Suriye politikasından ayrı tutmuştı.
Kürecik’te zorla konuşlandırılan NATO Radar Sistemi’nden itibaren İran’la gerilen ilişkiler, İran’ın saldırgan açıklamaları; Gaziantep’te ve Hatay/Reyhanlı’da patlatılan bombalar; düşen iki uçağımız; ABD’nin Türkiye’nin iç sorunlarına ve çatışmalarına yönelik planlayıcı ve yönlendirici etkileri; WSJ, NYT, CNN, İngiltere ve Almanya’nın BBC, Guardian, Ekonomist, Telegraph, Der Spiegel, Die Velt ve benzeri medya organları ile Türkiye aleyhinde doğrudan ya da dolaylı müdahaleleri; diğer ülkelerle birlikte Fransa’nın Esed’le ve muhaliflerle ayrı ayrı kurduğu çok teknik, çok daha sinsi istihbarî ilişkiler; İsrail’in Suriye’nin silah varlığına karşı giriştiği yok edici eylemler, Esed’e verdikleri destek; İran’ın Suriye’ye gönderdiği silahlar, paralar ve Afgan kökenli paralı askerler; sonrasında Nasrallah denen katilin şii savaşçılarıyla Suriye’de, Kuşeyr’de, sünni katliamı ve bütün bunlara karşılık Türkiye’nin çok karmaşık bir ilişkileri ağını yönetmek zorunda kalması.
Bunların hiçbirinin sorumlusu Türkiye ve Erdoğan değildi. Ancak bedel ödettirilmek istenen asıl ülke Türkiye idi; Suriye’li masumlar ise bu hesabın kurbanı oluyorlardı. Dünya’nın bütün ezilmiş, sömürülmüş halklarına karşı bir umut ışığı yakan Türkiye durdurulmak isteniyordu. Türkiye, uyguladığı proaktif politikalarla bütün tuzaklardan sıyrılınca yeni bir senaryo sahnelenmişti: Gezi Parkı Terörü.
Türkiye, Neocon-Ergenekon ittifakın yerli kuklaları olarak tanımlanan ve Suriye’deki çatışmalar başladığından beri İktidar Partisi karşısında kümelenen yerel CHP-MHP-BDP muhalefetinin desteklediği, o günlerde ustaca gizlenen ve devletin damarlarında akan kanı şeytanî bir şekild ekirleten FETÖ dahil, her türden legal/ illegal örgütün, mezhepçilerin, din istismarcılarının bir araya gelerek oluşturduğu şer koalisyonun saldırısıyla, 31 Mayıs 2013’te zirveye ulaşan, MHP’nin işler çığırından çıkmak üzereyken partizanlarını geri çektiği, Haziran sonlarına doğru şiddeti azalan ‘Gezi Parkı Terörü’ ile sınanmıştı.
2011 seçimlerinde %49 oy alarak iktidar olan, ancak neo-con ABD, Alman ve İngiliz medyası ve bir kısım yerel medya tarafından diktatörlükle suçlanan Erdoğan istifaya zorlanacaktı; böylece Türkiye durdurulacak ve leş yiyicilerin pastası genişleyecekti.
İktidar Partisi’ni destekleyenler büyük mitinglerle bu oyunu bozmuşlardı; leş yiyiciler başarısız oldular ve plan değişti. Suriye ile ilgili stratejilerin değişmesi Türkiye’deki başarısızlıkla doğrudan ilgiliydi. Davutoğlu, ülkesindeki demokratik olmayan protestoları bastıran ve demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyetin Dışişleri Bakanı olarak Doha’daki ‘Suriye’nin Dostları’ toplantısına katılabilmişti.
Gezi Parkı Terörü, CIA ile irtibatlı olduğu belli olan ve 1993 sonrası eski Dünya düzenini kaoslar üreterek yıkıp, yeni Dünya Düzeni kurmak isteyen, George Soros tarafından finanse edilen, Gene Sharp adlı bir şiddet pazarlamacısı sahtekarın fikir babalığı yaptığı Amerikan, İngiliz, Rus, Fransız, Alman, İsrailli ve İranlı ajanların birlikte çalışarak şiddetini arttırdığı, yerel taşeronluğunu masonik örgütlenmelerin ve Alman vakıflarının yaptığı çok katmanlı bir operasyondu. İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliğinde çalışan birçok personeli kırmızı kıyafetlerle ‘Gezi Parkı Terörü’ne destek vermişlerdi.
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
Sıkıntı
Takip et: @Seckin_Deniz
Takip et: @SonsuzArk
Takip et: @SonsuzArk
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.