Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Bu kadarı da gerçekten fazlaydı. İçimde serin esintiler canlanmaya başlamıştı. Korkuyorlardı, muhtaç olmaktan çekiniyorlar ve dışlanacaklarını düşünüyorlardı. Haklılardı, çünkü bunu sağlayan onlardı, hep güçlü kalacaklarını zannediyorlardı."
Yönetim kurulu başkanı, ondan daha az kaygılı ve biraz daha yaşlıydı; göbeği ve tombul yüzü Richmond’daki Bobo’yu hatırlatıyordu bana. O da kravat takmamıştı, ama takım elbisesi göz alıcıydı.
Bir kahve içimi kadar sohbet ettik, bana hiçbir zaman ön yargılı ya da dikte edici bir şekilde davranmamışlardı, ama mesafelerini hep korumuşlardı. Onlar Ankara’nın klasik beyazlarıydı; çok fazla samimiyet kurmaya müsait değillerdi. Ama şimdi o kadar sıcak ve yakın davranıyorlardı ki, şaşkındım.
‘Bir gün, sizi şirket sahipleri ile yapacağımız toplantıya davet etsek, gelir misiniz?’ diye sordu yönetim kurulu başkanı. ‘Çünkü konu bizi aşıyor ve bu aşamada alacağımız kararlar patronlarımızın çizdikleri temel çerçevenin dışına çıkmak zorunda olduğumuzu gösteriyor, sadece onlar o çerçeveyi değiştirebilirler, eğer yardım ederseniz...”
Sesi zayıflamıştı ve sonra kesilmişti; anlayacağımı umduğu için sözlerinin gerisini getirme gereği duymamıştı.
Gülümseyemedim, içimden öyle gelmesine rağmen. Çünkü biliyorlardı, patronlarla görüşmek benim işim değildi, onların o üstünlükçü yaklaşımlarından hoşlanmıyordum. Benim işim profesyonel yöneticilerleydi.
‘Biliyorsunuz!’ dedim yumuşak bir sesle. ‘Onlarla hiç karşılaşmadık, karşılaşmamak üzere anlaştık. Sizinle de sınırları belli bir iş ilişkisi içerisindeyiz. Sizlerle konuşabildiklerimi onlarla konuştuğum zaman anlamazlar, anlamadıkları zaman da hırçınlaşır ve alıştıkları gibi küçümsemeye ve emretmeye kalkarlar, ben bunu hazmedemem. İş anlaşmalarımın hemen hepsinde bu durum geçerli; elbette şirket yöneticilerinin aynı zamanda şirket patronu oldukları istisnâî durumlar var, onlarla da profesyonel bir çerçeve üzerinde anlaşarak çalışıyoruz.”
Şirketin tepe yöneticisi, yönetim kurulu başkanına baktı bir an, gözlüğünü düzeltti ve bana, ‘Biz patronlarımızla bu konuları konuşuruz, siz sadece düşüncelerinizi ifade ederseniz bize yeter!’ dedi. ‘Onlarla diyalog kurmanıza, onların sizinle iş hakkında konuşmasına gerek kalmayacak bir formatta hazırlarız görüşmeyi; gerçeği olduğu gibi görmeleri gerekiyor!’
‘Siz, şirketin genel durumunu, yaptığımız analizleri ve sorun alanlarıyla ilgili çözüm önerilerimizi onlarla olduğu gibi paylaşıyorsunuz oysa!’ dedim biraz daha açıklama yapmalarını sağlamak için.
‘Evet; paylaşıyoruz!’ dedi şirketin tepe yöneticisi. ‘Ancak bugüne dek bize emrettikleri gibi yürüttük işleri, tıkanmış olan süreçleri farklı yollarla aşmayı başardık, bunu onlar da biliyorlar. Ne yazık ki geçmişten bu yana kullandığımız bütün yollar artık işlevsiz; ne sermaye, ne sanayi, ne siyaset, ne de bürokrasi artık eski ilişkilerle yürünmesini mümkün kılıyor!’
‘Açık sözlülüğünüz için teşekkür ederim!’ dedim. ‘Durumun farkındayım, işte tam olarak bu nedenle patronlarınızla görüşme konusunda tereddütlerim var; kendi bağlantılarım üzerinden alınabilecek herhangi bir yol olmadığını unutmamanızı isterim; çünkü ben bağlantılarımın hiçbirini, eğer karşılıklı ihtiyaç ilişkisi yoksa diğer bağlantılarımla ilişkilendirmeme kararımı değiştirmeyi düşünmüyorum!’
Yönetici ayağa kalktı ve yedinci kattaki toplantı salonunun penceresinden şirketin bakımlı ve olağan dışı güzelliğe sahip bahçesine bakarak konuştu:
‘Eğer!’ dedi. ‘Biz, patronlarımızın önerdiğiniz ‘yerli üretim’ eko-sistemine dahil olmaya karar vermelerini sağlayabilirsek ve sonrasında da işbirliği yapacağımız yerli şirketleri belirlersek, siz bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz?’
‘Nasıl bir yardım?’ diye sordum sakin bir sesle.
Sıkıntılı bir şekilde pencereden bulanık ela bakışlarını çekti ve bana döndü:
‘Yanlış anlamayın lütfen!’ dedi. ‘Biliyorsunuz, biz geçmişten bu yana yerli şirketlere karşı küçümseyici bir bakışa sahiptik; onların birçok talebini, anlaşma tekliflerini reddettik. Şimdi biz, geçmişin ağır anılarıyla yüzleşmeye hazır olsak bile, onlar bunu kabul edecekler mi, diye kaygılanıyoruz!’
Bu kadarı da gerçekten fazlaydı. İçimde serin esintiler canlanmaya başlamıştı. Korkuyorlardı, muhtaç olmaktan çekiniyorlar ve dışlanacaklarını düşünüyorlardı. Haklılardı, çünkü bunu sağlayan onlardı, hep güçlü kalacaklarını zannediyorlardı.
Ben de ayağa kalktım ve son cümlelerimi sarf ettiğimi belli ederek, ‘Çıkarlar, duyguların önüne geçerse hiç kimse ile herhangi bir problem yaşamayacağınızı düşünüyorum!’ dedim. ‘Duyguların çıkarları yenemeyeceği bir çağdayız; tam aksine, siz yerli üretim eko-sistemine yaklaştığınızda tecrübelerinizden faydalanacakları için onlardan çok daha sıcak bir yaklaşım göreceksiniz. Çünkü birliktelik duygusuna herkesin ihtiyacı var, sadece sizin değil. Ancak...’
‘Ancak?’ dedi yönetim kurulu başkanı sözlerimi devam ettirmemi beklediğini belli ederek.
‘Ancak bu ilişkileri sizin ya da benim değil, patronlarınızın başlatması gerekir!’ dedim gülümseyerek. ‘Geçmişi onlar öyle yazdılar, güncelleme yapmak da onlara düşer!’
Yöneticinin yüzünde kısa bir dalgalanma fark ettim, sonra o da kendini tutamayarak güldü:
‘Çok haklısınız!’ dedi gerginliği azalan bir sesle. ‘Patronlarımıza bunu anlatma şansımız yok, işte siz onlara gerçeği bu şekilde anlatarak bize yardım edebilirsiniz!’
Richmond’daki stratejiyi tekrarlayacaktım aslında, benim için sorun değildi, ama istediğim şartlarda olması gerekiyordu her şeyin.
‘Bu mümkün!’ dedim gülümseyerek. Sonra Cevval’e mesaj gönderdim, on beş dakika sonra şirketin kampüs girişindeki güvenlik noktasında olacağımı haber verdim. Beni oradan alacağını söylemişti çünkü.
Saat 14.13’tü. 14.30’da Cevval dış kapıda olacaktı. Kahvelerimizi içtikten sonra ayrılmak üzere ayağa kalktım. Beni havaalanından alan şoför dış kapıya kadar bırakacaktı, küçük valizim ve diğer bazı eşyalarım da o arabadaydı.
Yönetim kurulu başkanı ve yönetici beni heyecanla uğurladılar. En kısa sürede haber vereceklerini söylediler. Rutin bir görüşme daha rutin olmayan bir ikna toplantısına yol açmıştı.
Bazen beni yoran bu tür gelişmelerden nasıl kaçınacağımı düşündüğüm oluyordu, ama başka türlü davranmak elimde değildi. İşin doğrusu neyse onu söylemek, olasılık evrenindeki her şeyi bana güvenen insanlara anlatmak zorundaydım. Bunu yapmadan da işimi sürdürebilirdim, ancak bu işleri böyle yürüttüğüm için insanlar her sözleşme yenileme dönemlerinde hiç tereddüt etmeden şartlarımı kabul ediyorlardı.
Bu yüzden de para hiç konuşmadığımız bir şeydi, çünkü belirlediğimiz çerçeve onların da bizim de memnun olduğumuz süreçlerin bileşimini en ince ayrıntısına kadar tanımlıyordu. İyi hizmet alıyorlardı ve biz de iyi kazanıyorduk.
Toplantı salonundan ayrılırken, şirket arabasına binerken, çıkış kapısına doğru ilerlerken zihnimde hep aynı şeyler vardı; ne zamana kadar bu ağır iş süreçlerine devam edebilecektim, bilmiyordum. Şirketimiz henüz ergenlik döneminden çıkmıştı, ancak rüştünü ispatladığı için de sanırım gelebileceğimiz en iyi yerdeydik, ama ben yorulmuştum.
Fırtına’ya daha çok sorumluluk yüklemek bir çözüm olabilirdi belki; sonraki dönemlerde görevlerimi ona devretmeyi düşündüğüm şirketlerle görüşmeye gittiğimde onu da yanımda götürmem iyi olacaktı. Bazen karısını ve çocuklarını da yanına alır, seyahat ederken hem iş hem de tatil yapabilirdi.
İnsan kendi derinliklerinde olanlarla yaşıyordu, onları düzene koymadan bu hayatta hiçbir şey yolunda gitmiyordu; yol da sadece Kur'an'da idi. Ne kadar görebilirsek bu yolda, ne kadar yürüyebilirsek... çok da zor değildi görmek, bu yüzden Kur’an’a daha çok zaman ayırmam gerektiğini düşünüyordum.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.