1 Mart 2025 Cumartesi

SA11293/SD3417: Sıkıntı (Roman); 10. Bölüm-Deniz 25

Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Şadırvanda buluştuğumuzda ben ayaklarıma taktığım takunyalarla eğleniyordum. O da bana bakarak çoraplarını çıkardı ve birer takunya geçirdi ayaklarına."

Gülümsedim. Cevval’in zihnindeki kalıpların farkındaydım; İstanbul’da yetişmişti ve Osmanlı’dan beri süregelen, Cumhuriyet döneminde özellikle sabetayistler tarafından yoğun bir şekilde öne çıkarılan ve çok sık şahit olduğum ‘elit-seçkin’ bakış benim için şaşırtıcı değildi. Her biri sanat eseri olan camileri kimlerin yaptırdığını, kimlerin hangi camilere gitmeyi seçtiğini, hangi camilerin hangi kast sisteminin üyeleri tarafından tercih edildiğini biliyordum.

‘İnşaat iççisi olunca, namaz kılacağımız yerler değişiyor mu Cevval?’ dedim sakim sakin. ‘Yeryüzü mesciddir, her yerde namaz kılabiliriz. Belki beyazlar için yoksulların ayaklarıyla bastığı ve alınlarıyla secde ettikleri halılar yeterince hijyenik olmayabilir, ancak ben bir beyaz değilim ve hayatımın bugüne kadar akan kısmında inşaat işçiliği de yaptım. En güzel namazlarımı o kavurucu güneşin altında, yorgun bedenimle kıldım; bazen bir tahta parçasının üstünde, bazen de çimenlerin’

Elleri direksiyonda olan Cevval öylece kalakalmıştı. Yaptığı hatanın farkına varmış ve o an susmuştu, vücudunun sarsıldığını hissediyordum. Konuşacaktı belki ama düşüncelerini ifade edecek kelime bulamıyordu. Ben de onu izliyordum, nasıl tepki vereceğini beklerken.  

Trafikte akan lüks ve spor bir araba, birbirinden farklı iki insan ve konuştukları konu... bu, toplumun ruhunda fırtınalar koparan ve derin yaralar açan son birkaç yüzyılı özetleyen basit bir sohbetti. Belki tarihte ilk ve son kez böyle bir ân yaşanıyordu.

Hiçbir şey söyleyemedi Cevval. İkimiz de sustuk. Yolumuzun üstünde gördüğümüz ilk caminin önünde durana kadar da konuşmadık. Arabadan indim. Cevval’in arabada beni bekleyeceğini düşünüyordum, ama o arabayı ara sokağa sürerek park yeri aramak için ayrılırken sağ ön camı açtı ve seslendi:

‘Beni bekle!’

Cevval’di bu; ne zaman ne yapacağı belli olmazdı. Ona bu yüzden ‘cevval’ diyordum. Görülen o ki o da benimle birlikte namaz kılacaktı.

Bahçe kapısından içeri girdiğim cami çok küçüktü, ama bakımlı bahçesiyle çok sevimliydi. Bahçenin bir köşesinde her zamanki gibi bir tabut vardı, bir de musalla taşı. 

Kimse yoktu bahçede. Hava çok sıcaktı. Cevval gelene kadar şadırvanı çevreleyen ağaçların altında oturdum. Ankara güneşinin değmediği her yer serindi bu mevsimde.

Caminin ne zaman yapıldığı belli değildi. Cumhuriyet döneminde yapılan gecekondu camilerden biriydi; halkın Türkiye’nin her yerinde kurduğu cami yaptırma ve yaşatma derneklerinin aylarca, hatta yıllarca süren çabaları sonucu yapılan, sadece minaresi Osmanlı camilerini hatırlatan binlerce camiden biri.

Bunlar halkın camileriydi; sultanların, paşaların, ağaların, zenginlerin, yani elitlerin değil. Cumhuriyet, Osmanlı’nın yücelttiği camileri devletin zihninden tamamen silmişti. Camilerin yerini anıtlar, heykeller almıştı.

Halkın cami yapmayan, yapılmasını da zorlaştıran ve İslam'a karşı dinsizliği yücelten cumhuriyete karşı tepkisi ise benzersiz, çok bariz, ancak sessizdi; cami ya da mescid yapmak.

Cevval bahçe kapısından içeri girdiğinde ona baktım ve gülümseyerek, ‘Kapının üstünde bir yazı olmalıydı, ‘Burası halka aittir, beyazlar giremez’ yazmalıydı aslında!’ dedim. ‘Dikkatle baktın mı, var mıymış?’

Cevval'in yüzüne oturan derin hüznü görünce böyle söylediğime de üzüldüm biraz, ama şok şoktu, yaşayacaksa sonuna kadar yaşamalıydı bu şoku.

‘Vur, vur!’ dedi gülümsemeye çalışarak. ‘Nasılsa bütün cüssemizle yere yıkıldık!’

Yanıma geldi, yüzüme baktı, sonra gözlerini kaçırarak, ‘Nasıl abdest alıyorduk?’ dedi. ‘Belki otuz yıl önce almıştım son abdestimi; unutmadım, ama en azından hata yaparsam beni uyar!’

Biraz daha yoracaktım onu:

‘Gusül abdestin var mı?’ dedim. ‘Yoksa, önce gusül abdesti alman lazım!’

Birden yüzündeki gerginlik dağılıverdi, onu iyice hırpalamak istediğimi anlamıştı:

‘O kadar da gavur değiliz, Mühendis!’ dedi gülerek. ‘Beyazlar da gusül abdesti alır, merak etme!’

Çuvaldızlarımı, iğnelerimi geri çekip sordum:

‘Hayırdır, bu hayırlı işe nasıl karar verdin!’

‘İnşaat işçisi yüzünden!’ dedi. ‘Birden ne kadar iğrenç olduğumu görmemi sağladı. O insandı ve inandığı dine göre yaşayacak kadar sağlam bir bilince ve ruha sahipti. Ya Ben? Ben de onunla alay eden aşağılık bir serseri!’

Ağzından çıkan kontrolsüz cümlelerin zihnindeki çürümüşlüğün eseri olduğunu anlamış ve birdenbire karar vermişti.

‘Sadece inşaat işçisi değildir sebep... nedir Cevval?’ diye sordum ciddileşerek.

O da durulmuş yüzüyle bana baktı ve ‘Doğru sadece inşaat işçisi değil sebep... Sana anlatacağım çok şey var demiştim!’ dedi. ‘İşte o çok şeyler asıl sebep; ağzımdan çıkan o ahmakça cümleler bir kıvılcım oldu işte!’

Ayağa kalktım, ‘Abdestim var, ama senin için tazeleyebilirim, Cevval!’ dedim. ‘Önce taharet esastır, sonra şadırvanda buluşuruz!’

‘Tamam!’ dedi ve ayağa kalktı.

Şadırvanda buluştuğumuzda ben ayaklarıma taktığım takunyalarla eğleniyordum. O da bana bakarak çoraplarını çıkardı ve birer takunya geçirdi ayaklarına.

‘Selfie çeksek de senin sosyal medya hesaplarında paylaşsak, nasıl olur Cevval?’ dedim gülerek. ‘Takunyalı CEO!’

‘Olur!’ dedi gülerek. ‘Biz bu yola çıktık mı bir kez çıkarız, sonrasını düşünen kahraman olamaz!’

O abdest almak için şadırvandaki oturaklardan birine oturduğunda da resmini çektim. ‘Anadolu’nun has evladı Cevval!’ dedim neşeli bir sesle. ‘Sonrasını düşünmeyen kahraman!’

Önce o abdest aldı; hatırlıyordu her şeyi... Yavaş yavaş hatırlıyordu, ama. Sanki o son aldığı abdestten bu yana binlerce yıl geçmiş gibi, sanki avuçladığı her su damlası onu arındırıyormuş gibi yavaş yavaş alıyordu abdestini.

Sol ayağını yıkayarak takunyaya geçirdiği anda takunyalı ayaklarını havaya kaldırdı; akan çeşmenin altında takunyaları ve ayaklarını duruladı, sonra neşeyle bağırdı:

‘Dedem böyle yapardı!’ dedi. ‘Takunyalara da da abdest aldırmak lazım!’

Gözlerime yaşlar yürümüştü. Benim bakışlarımı görünce o da tutamadı kendini. Kafasını eğdi. ‘Yanlışım var mıydı?’ dedi çocuksu bir sesle.

‘Bilmem!’ dedim hemen abdest almaya başlayarak. ‘Sen beni denetle, bak bakalım yanlışım var mı?’

Abdestimi aldığımda ben de tıpkı onun gibi takunyalarıma da abdest aldırıp seslendim:

‘Oldu mu Hocam?’

O da ıslak gözleriyle bana baktı:

‘Abdest almayı unutmamışım, Mühendis!’ dedi. ‘Seni dikkatle izledim; evet, unutmamışım!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[27.02.2025, 10/51 (840))]


Seçkin Deniz, 01.03.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

 

      

Seçkin Deniz Twitter Akışı