Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İşçiler tarafından yapılan ve çiftçiler tarafından beslenen, askerler tarafından korunan beyazlara ait şehirler, elbette üst sınıfa taşınan çocuklar yüzünden çiftçiler ve işçiler sınıfının nüfusunu azaltacak ve bitecekti. Sömürü üzerine kurulmuş olan her sistemin bitişi gibi."
Bütün beyazlar Sabetayist değildi. Cevval’in dedesinin dedesi de Osmanlı Hanedanı’na hizmet eden sınıfın bir üyesiydi ve Müslümandı. Ancak o dönemde -aydın olarak tanımlanan sınıf dahil- neredeyse bütün üst sınıf üyeleri dini sadece geleneksel olarak hayatlarına dahil ediyorlardı; korkunç bir Batı hayranlığının etkisi altındaki düşüncelerinde din yer etmiyordu, hayat biçimlerine yansımıyordu. Çünkü iki yüz yıla yakın bir süredir İslam, Sufizm’in de etkisiyle Osmanlı Saraylarından uzaklara itilmişti.
‘Sen hiç altmış metre yükseklikte çalışırken, okunan ezanın bitmesinin ardından vincin yönünü kıbleye çevirip de öğle namazını kılan vinç operatörleri ile ilgili haberleri okudun mu, Cevval?’ dedim gülümseyerek. ‘En güzel namaz o namaz bence. Düşünsene; zihninde sadece işin, ailen ve namazın var. Başka hiçbir şey umurunda değil!’
Cevval, şadırvandaki oturaklardan birinde oturuyordu, bir başkasında ben; kurumasını beklediğimiz ayaklarımızda hafif hafif tıkırdattığımız takunyalar... sohbet ediyoruz.
‘Gördüğümü hatırlıyorum sanırım, ama hiç detaylıca düşünmemiştim!’ dedi başını eğerek. 'Namaz, Oruç gibi şeyler hayatlarımızda yok Mühendis; bunlar alt sınıfların yapageldiği sıradan şeyler olarak tanımlanmış zihnimizde. Çoğumuz namazında niyazında eleman çalıştırırız hizmet sektöründe, evimizde, bahçemizde, ağır işlerimizde. Biliriz, bize kazık atmazlar, çalmazlar, dolandırmazlar!
‘Din yoksulun, zevk zenginin!’ dedim esefle. ‘Savaşta da yoksullar ölür, vatan sadece onlarındır; kaçsalar, başka bir ülke onları kabul etmez çünkü. Zengin için, din gibi, vatanın da bir anlamı yok!’
Cevval kıpırdadı oturduğu oturakta, ‘Kuruduk artık Mühendis ve acıktık!’ dedi toparlanmış bir sesle. ‘Belki inşaat işçisinin kıldığı gibi olmaz, ama namaz kılalım ve gidelim!’
Sınıflar insanlar istemese de kendiliğinden var olan yapılardı; eleştirdiğim bu değildi. Beyazlar için gerekli olan ve tasarlanmış hiyerarşik sınıflara karşıydım. Çok sorgulamıştım. İnsanlık tarihi boyunca değişmeyen tipik faşist bir sistemdi bu; hangi entelektüel kalıba sokulursa sokulsun. İnsanlara kitaplarda, okullarda ya da iş hayatında dikte ediliyordu; zorla öğretiliyordu.
Oysa didaktik söylemin en zayıf tarafı, kendisini oluşturan elementlere ayrıldığında tasarımcılarının cehalet düzeyinin ortaya çıkma ihtimaliydi. Platon, ‘çiftçilerin ve işçilerin çocukları üst sınıfa geçince şehir biter!’ derken, aslında saklamak istediği şey faşist sistemin ta kendisiydi.
İşçiler tarafından yapılan ve çiftçiler tarafından beslenen, askerler tarafından korunan beyazlara ait şehirler, elbette üst sınıfa taşınan çocuklar yüzünden çiftçiler ve işçiler sınıfının nüfusunu azaltacak ve bitecekti. Sömürü üzerine kurulmuş olan her sistemin bitişi gibi.
Namazımızı kıldık, kilitli olan caminin son cemaat yerinde. Cevval bildiği sureleri ve duaları unuttuğunu söylediği için, namaz kılarken ayetleri biraz sesli bir şekilden okumuştum.
Kendine özgü bir güzelliği vardı bu ânın. Belki yıllar sonra anlatacağımız küçük ve güzel bir ân üretmiştik Cevval’le.
Tekrar arabaya binerek yola koyulduğumuzda, ‘1923’te kurulun Türkiye Cumhuriyet’nde, tıpkı antik Yunan’da olduğu gibi, çiftçiler ve işçilerle birlikte, hizmet sınıflarının bütün elemanları hep etnik gruplara ayrılmıştır, Cevval!’ dedim. ‘Ancak her zaman olduğu gibi tarih tekerrür edecek ve modern uşaklar ve paralı köleler olarak söz konusu etnik gruplar prangalarından kurtulmayı talep etmekten asla vazgeçmeyeceklerdir. Erdoğan onların haklarını almak için seçtikleri bir liderdir; beyazları da rahatsız eden budur; Platon’un faşist sisteminde onlar müreffeh yaşıyorlar çünkü!’
‘Haklısın, Mühendis!’ dedi rahatsız olmadığını yansıtan bir sesle. ‘Ancak Erdoğan’ın hizmet ettiği insanlar da birer beyaza dönüşünce, her şey eski sistemdeki gibi yürümeye başlıyor, refah arttıkça din zayıflıyor. Bu döngüyü kıramaz insanlık!’
‘Olabilir, ancak daha özgür seçimlerden söz ederiz bu her döngüde, baskıdan değil, faşizmden değil!’ dedim yine ülkemdeki derin acıları hatırlatarak. ‘Farkındalık oluşturan, algıları seçmeye zorlayan ve yerleşik algıları rahatsız eden uzun bir soru sormak istiyorum sana. Bütün büyükşehirlerde, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’in tarıma elverişli tüm kentlerinde ve İç Anadolu’nun tüm küçük ve büyük yerleşim yerlerinde, özetle Doğu ve Güneydoğu dışındaki tüm bölgelerde, halkın alışveriş yaptığı pazar esnafının, inşaatlarda çalışan ustaların ve amelelerin, fırın, lokanta, eğlence yerleri ve otellerde çalışan her türden işçi ve temizlikçinin, atölyelerde çalışan tekstilcilerin, dericilerin, temizlik şirketlerinde asgari ücretle çalışan işçilerin, balıkçıların, hamalların, güvenlik görevlisi-koruma ve ayak işleri diye tabir edilen işlerde istihdam edilenlerin, meyhanelerin, kumarhanelerin ve seks endüstrisinde görünür rollerde bulunanların ve en son mafya üyelerinin en çok hangi etnik gruplara dahil olduklarını hiç düşündün mü?’
‘Bilmem, yaşadığım hayat bunları düşündürtecek kadar felsefî içerik gerektirmiyor ki Mühendis!’ dedi Cevval arabasını sürerken. ‘Herkes parasını alıyor ve çalışmaya devam ediyor; ben de çalışanlarımızın haklarını eksiksiz almalarını sağlamaya çalışıyorum, patronlarım izin verdiği ölçüde. Çalışanların ırklarını ve inançlarını da çok önemsemiyoruz; alan memnun-satan memnun!’
Türkiye’nin üniversitelerinde istihdam edilen personelin akademik yeterlilik sorunları sürerken, kısa ya da uzun soruların sosyolojik araştırmalarda yer edinmesini beklemek saf dillik olurdu. ‘Kürt Sorunu’ denilen bileşik etnisite sorununun terörle ilişkilendirilerek gündeme taşınmasına kadar geçen sürede üniversiteler etnik sorunlarla ilgili çalışma yapma becerisini gösterebilmiş değillerdi. Milli Güvenlik Kurulu’nun bazı üniversitelere ‘emrettiği’ Türk etnisitesindeki nicelik kaygılarını gidermeye yönelik 2002 öncesi ayrıntılı nüfus analizleri, bu konuda ters ve tahrik edici bir örnekti. Bu analizlerden elde edilen veriler, çözümden daha başka politikaların üretilmesi için veri tabanı olarak kullanılmıştı.
‘Cumhuriyet öncesi dönemde, kölelik yasaklanana kadar kölelerce yapılan alt sınıf işleri, cumhuriyetin kuruluşu sonrası dönemde tedrici olarak ‘yoksul’ ve ‘göçmen’ olarak tasnif edilen Kürt, Zaza, Arap, Laz gibi etnik gruplara ‘tahsis’ edildi!’ dedim. ‘Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz dışındaki bölgelerde kentlerin yerleşik nüfusu genellikle iş ve aş sorunu ya da ‘kan davası’ gibi geleneksel nedenlerle doğup büyüdükleri toprakları terk etmiyor, kurulu bir aile düzenine uygun yeni işler kurup hayatlarını sürdürüyorlardı. Tarım, sanayi ya da tekstil gibi ‘Babadan oğula’ devreden ailelere ait küçük ve büyük ölçekli işletmeler, ihtiyaç duydukları işçileri/köleleri kalan bu üç bölgeden tedarik ediyorlardı.’
‘Evet!’ dedi Cevval. ‘Zorunlu olarak böyle oldu.’
‘Ancak bahsettiğin zorunluluğu mazeret olarak ileri sürenler bu insanların bir köleden daha ağır koşullarda çalıştırılmasına itiraz etmedi!’ dedim. ‘Başlangıcı çok daha geriye gitse de, cumhuriyet döneminin yirminci yüzyıldaki ikinci yarısında, artan nüfusa, diğer geleneksel nedenlere ve yanlış devlet politikalarına dayalı olarak hızla yaşanan iç göç süreci, herhangi bir meslek becerisi gelişmemiş Kürtlerden, Zazalardan, Araplardan ve Lazlardan oluşan yoksul nüfusu, Türkiye’nin ekmek kapısı olarak görülen kentlerine ve sonrasında daha küçük turistik kentlere insanlık dışı işlerde çalışma zorunluluğuna sürükledi. İkinci dünya savaşından sonra da bu yoksul ve vasıfsız insanların sırtından geçinen ve doğrudan büyük beyaz sınıflara hizmet eden ve adına orta sınıf denen ‘küçük beyaz zenginler sınıfı’ oluştu. Yine kimse sömürüye itiraz etmedi!’
Cevval, ‘Acıktım!’ dedi. ‘Biraz dinlendir kendini Mühendis, sonra konuşuruz bu konuları. Hem bizim çözeceğimiz bir mesele değil bu!’
Güldüm, ‘Nedense, siz beyazlar hep sıkılıyorsunuz bu konulardan!’ dedim onu iğneleyerek. ‘Oysa, hepimiz çevremizdeki yoksul ve vasıfsız insanlara sağladığımız imkânlarla bu sömürü düzenine karşı alternatif üretebiliriz. Herkes evinin önünü süpürürse mesela, sokaklar tertemiz olur!’
‘Mühendis, çöpçü yapacaksın bizi, dur artık!’ dedi Cevval bütün gerginliğini üzerinden atmış bir sesle. ‘Ben bu yaştan sonra hiçbir yeri süpüremem, kendi evim diyebileceğim bir evim bile yokken üstelik!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.