Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Hiçbir şeyi umursamayan Cevval, başka insanları da düşünmeye başlamıştı. Bu bile başlı başına bir devrimdi onun için."
Oysa Cumhuriyet, kurulurken, ‘herhangi bir şeyin en büyük kısmı, bir topluluğun çoğunluğu veya önde gelenleri’ olarak tanımlanan ‘cumhur’u temel almış, tanımladığı halkın çoğunluğuna ya da tümüne eşit olarak davranacak bir sistem üretme iddiasındaydı.
12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askerî darbe sonrası oylanan ve 1982 Anayasası olarak adlandırılan ve önceki anayasalarda da benzer içeriklerle sahip olan mevcut Anayasa’nın X. ‘Kanun önünde eşitlik’ başlıklı 10. Maddesi’nin amir hükmü şöyleydi:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
İçinde yaşadığımız 2019 yılında tartışılan sorunların yaklaşık yüz yıllık genel özeti, 10. Maddenin tüm cümlelerinde var olan âmir hükümlerin tersinin gerçekleşmiş olması ile resmedilebilirdi. 10. Maddedeki yüklemler şöyle gerçekleşmişti: “eşit değildir; sahip değildir, yükümlü değildir, tanınır, zorunda değildir.”
10. Maddenin âmir hükümlerinin gerçekleştirilememiş olmasının temel sebebi de yüzlerce yıldır her türlü devlet yapısında gizlice uygulanan Platon’un ‘Metaller Efsanesi Yalanı’ydı. Türkiye’de, özellikle tanzimat sonrası başlayan ve Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte İsa’dan önce dördüncü ve beşinci. yüzyıllarda yaşamış olan Platon’un ‘Metaller Efsanesi Yalanı’, beyazlar tarafından gerçek olarak kurgulanmış ve sistemin ana organik yapısına monte edilmişti.
Platon’un ‘Devlet’ adlı kitabında anlatılan Metaller Efsanesi’ne göre, Devlet, Tanrı’nın insanı üç çeşit cevherden yarattığı yalanını işlemek zorundaydı; en iyilerin altından, ikinci iyilerin gümüşten ve sıradan halkın bakır ve demirden yaratıldığı, dolayısıyla birincilerin yönetici, ikincilerin savaşçı ve üçüncülerin el işçisi olmaya elverişli oldukları şeklinde devletin ‘cevher yalanı’ gibi şahane bir yalanı uydurup insanlara telkin etmesi gerekecekti.
İlk dönemin iç göç kurbanı etnik gruplarının ikinci ve üçüncü nesil ‘meslek becerisi gelişmiş’ çocukları ve torunları, 2002’den sonra Türkiye’nin siyaset profiline doğrudan yön veren tercihleri ile ‘Metaller Efsanesi’ olarak gerçekleştirilmek istenen bu kaotik sarmalı parçalamış olsalar da, pek fazla bir değişiklik yoktu.
En büyük etnik grup olan Kürtler üzerinden yürütülen parçalama girişimleri iki kanaldan sürüyordu: bunlardan biri apayrı ve bağımsız bir ırkı temsil eden Zazalar’ın da Kürt olduğu yalanını algılara yedirmek, ikincisi terör örgütü PKK ile Kürtleri herkesle kavgalı hale getirmek.
‘Bölgesel, Etnik ve Dinî Ayrımcılığa Karşı’ politikalar üretmeyi vaat eden Recep Tayyip Erdoğan ve Genel Başkanı olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002-2019 yılları arasında vaat ettiklerini gerçekleştirmek için çok çaba sarf etse de, bu topraklarda yaklaşık olarak 180 yıllık bir maziye sahip olan bu efsane, sona ereceği yerde ‘Yeni Beyazlar’ üretmekteydi.
Ortaya çıkan bu durum bir geçiş dönemi olarak sert bir şekilde sorgulanmayı hak etmemekle birlikte cumhuriyetin ellişer yıllık üçüncü döneminde yani 21. yüzyılda nasıl bir toplumsal yapı dizayn edileceğine dair bir fikir vermiyordu. Bu çok önemliydi, hatta en önemli sorun olarak üniversitelerde, fikir kulüplerinde ve enstitülerde sıklıkla işlenmeli, konuyla ilgili araştırmalar yapılmalı ve yeni stratejiler belirlenmeliydi.
Eski Sovyet Bloku ya da Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden temin edilerek sömürülen yeni bir alt tabaka oluşturulmaktan kaçınılmalıydı.
Beyazlar, yani masonlar, sabetayistler ve dönüştürülmüş diğer etnik yapılardan seçilmiş kişiler tarafından yönetilen Türkiye, artık büyük bir çıkmazdaydı. Kürtleri, Zazaları, Arapları ve Lazları, Türkler gibi asıl unsurlar olarak görmek zorundaydı; toplumsal katmanları 2500 yıl sonra da ‘hasta’ Platon’un yalanlarına uygun olarak oluşturmaktan farkında olarak vazgeçmeli ve yeni perspektiflere uygun politikalar üretmeliydi.
Aksi hâlde Türkiye bir huzur yarımadası olma hakkını elde edemeyecekti. Modern uşaklar, paralı köleler olarak söz konusu etnik gruplar prangalarından kurtulmayı talep etmekten asla vazgeçmeyeceklerdi. Erdoğan da bu taleplere cevap vermekten asla vazgeçmeyecekti.
Cevval’in gözlerindeki ışıltı gibiydi, Türkiye’nin ezilmiş büyük çoğunluğunun gözlerindeki ışıltı. Yeni bir hayat, yeni umutlarla inşa ediliyordu.
Balığı beklerken, Cevval’in yavaş yavaş, sanki uzun ve yorucu bir yolculuktan dönmüş bir seyyah gibi anlattığı şeyleri dinliyordum. Büyük bir dönüşüm geçiriyordu Cevval; Richmnd’da birlikte yürüdüğümüz o akşam başlamıştı zihnindeki devinim. Yaşadıklarının ruhunda biriktirdiği irini söylediklerimle patlattığımı söylüyordu o gece.
‘Bütün bunları romanımda anlatacağım, Cevval!’ dedim. ‘İznin var mı?’
‘Ne demek?’ dedi heyecanla. ‘Anlat tabi; anlat ki okurlarının arasında artık hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanan, hayata ve bütün insanlara küsmüş olan insanlar, aslında hayatlarının onların kararlarına göre değişeceğini görsünler, belki faydalanırlar. İnsanların değişeceğine inananlar da onlara nasıl yardım edebileceklerini görsünler!’
Hiçbir şeyi umursamayan Cevval, başka insanları da düşünmeye başlamıştı. Bu bile başlı başına bir devrimdi onun için.
Evlenmeyi düşünüyordu. Evleneceği kişi de, çocukluğundan beri tanıdığı, kendisinden on yaş küçük ve ona karşı hisleri yüzünden hiç evlenmemiş ve başka bir erkekle de zaman geçirmemiş, uzaktan akrabası olan bir orta yaşlı bir kızdı.
Cevval’e eş adayının kendisinin kadınlarla olan çılgın geçmişini bilip bilmediğini, onunla en son ne zaman konuştuğunu sordum.
‘Amerika’dan döndüğümüz gün, çarşamba günü akşam konuştum!’ dedi Cevval çatalıyla önündeki salatadan birkaç parça alıp ağzına atarak. Onun her şeyi bildiğini, buna rağmen kendisinin yaşadığı derin değişimi heyecanla izlediğini ve evlilik teklifine olumlu yaklaştığını söyledi.
‘Ona senden bahsettim, bendeki değişimin sebebini sorduğunda!’ dedi heyecanla. ‘Oruç tutan biri! Namaz kılmak için çok çabaladığını, ancak zihnindeki karmaşa yüzünden başaramadığını da büyük bir üzüntüyle ifade etti dün gece!’
‘Ona ne tür sözler verdin?’ diye sordum endişeyle.
‘Hiçbir söz vermedim, Mühendis!’ dedi biraz da sertleşen sesiyle. ‘Beni iyi tanır; bir karar verdiğim zaman o kararın arkasında durmak için gereken her şeyi tereddütsüz yapacağımı bilir, söz vermeme gerek olmadığını da!’
İçtenlikle gülümsedim.
‘Kadınlar, hiçbir şeyi gözden kaçırmazlar ve asla unutmazlar, Cevval!’ dedim. ‘Ya baştan sona değişeceksin ya da verdiğin kararı yerine getirmek için çabalarken işleri berbat edeceksin!’
‘Ne yani?’ dedi. ‘Sen dedin diye bu kız şimdi bana hep şüpheyle mi yaklaşacak, ben hep tedirgin mi olacağım?’
‘Bilmem!’ dedim biraz geri çekilen sesimle. ‘Sadece bazen söz vermek ve o sözü tutmak, kadınlara iyi gelebilir. Hele hele seni bu kadar yıl beklemiş olan bir kadının buna hakkı olmalıdır, diye düşünüyorum. Bir CEO olarak değil, sıradan bir insan olarak düşün. Ve artık bu saatten sonra herkese tepeden bakan o tip değilsin; yardıma muhtaç, yıllardır sıcak bir yuva özlemi çeken o mağdur ve masum çocuksun. Çözüm çok basit; söz ver ve sözünü tut ki, senin o çılgın geçmişinden izler gördüğünde sana tutunmaya devam etmek için bir nedeni olsun. Sen de elbette hep tedirgin olacaksın, onu incitmekten titizlikle kaçınacaksın, ömrünün sonuna dek!’
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.