Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Düşüncelerime çok güveniyordu Cevval, içtenliğime dair hiç kuşkuya kapılmamıştı; itiraz etse de onun iyiliği için yaptığım tavsiyeleri çok önemsiyordu."
Durdu Cevval, elindeki çatalı tabağın kenarına koydu ve bana baktı:
‘Sen!’ dedi titreyen sesiyle. ‘Sen nesin, Mühendis? Bir psikolog mu? Nasıl bu kadar yakından bakıyor ve görüyorsun, bana anlat! Evet; haklısın, söylediklerinin tamamı asla itiraz edemeyeceğim bir gerçeği yansıtıyor. Ama bana ‘değiş’ diyorsun, ‘tamamen değiş, sadece kendi kararlarınla değil, verdiğin ve tutacağın sözlerle değiş’ diyorsun. Bunu nasıl başarabilirim bilmiyorum. Tutamayacağım sözler vermekten çekiniyorum!’
‘Halkın içinden seçeceğin sıradan bir insan bile bilir bunları Cevval, psikolog olmaya gerek yok!’ dedim onu rahatlatmak için. ‘Hatta psikologlar gerçeğin bu yüzünü asla dikkate almazlar. Bu kadar kasma kendini ve korkma dostum! Vereceğin sözler sınırlı, başka hiçbir kadın olmayacak hayatında ve karının onayını almadan karınla, yuvanla ve doğacak çocuklarınla ilgili hiçbir karar almayacaksın. Nihayetinde hayat sadece senin kararlarınla yürümüyor, başkalarının kararları da etkili. Patronlarının kararları gibi mesela!’
‘Hep bir çıkış yolu gösteren adam!’ dedi Cevval gerçekten rahatlayarak. ‘Başka hiçbir kadın olmayacağına dair ona söz verebilir ve bu sözümü tutabilirim!’
‘Yeni patronun karın olacak!’ dedim gülerek. ‘Rahatla ve kendini onun ellerine bırak; o, seni asla incitmeyi düşünmez!’
‘Ne yani,’ diyerek atağa kalktı hemen. ‘Sizin evde patron karın mı?’
‘Ağır gel!’ dedim ben de yine gülerek. ‘Ben Cevval değilim, sırtında yüzlerce kadının tırnak izlerini taşıyan!’
Cevval birdenbire canlanmıştı, çatalını tekrar eline aldı, ‘Belki sırtında değil ama artık ruhunda bir kadının tırnak izleri var, Mühendis!’ dedi İD’yi hatırlatarak. ‘Ruhunda bir yırtılma var; kendini sağlam surların gerisinde mahfuz zannetme!’
Cevval’di bu, asla geri çekilmezdi. Haklı olduğumu biliyordu, ben de onun haklı olduğunun farkındaydım. Garsonların taşıdığı ve masaya yerleştirmeye başladığı pidelere ve geniş balık tabağına bakıyordum; ben de geri çekilmeyecektim. Garsonların gitmesini bekledim.
‘Bana kurduğun tuzak ebediyyen peşini bırakmayacak, Cevval!’ dedim gülümseyerek. ‘Ruhumdaki yırtıktan içime doluşan her fırtına senin izlerini taşıyacak, ama bu hiçbir zaman karımı benim patronum yapmayacak. Kaçışın yok!’
Cevval balık tabağına çatalını uzatırken neşeliydi:
‘Balığımızı yiyelim, patronu sonra tartışırız o zaman, dostum!’ dedi. ‘Nihayetinde bu bir değişim süreci; ben ağlasam da verdiğin akılları esirgeme! Hem ne var yani, İD hayatına renk getirdi, iş dışında da bir şeyler dikkatini çekti; yaşadığını anladın en azından!’
‘Bismillah’ dedim Cevval’in gözlerinin içine bakarak. ‘Bismillah Cevval, Bismillah! İD ile açtığın yara yaşamakla ilgili değil. Neyse, şimdi balık soğumasın, tadı kaçıyor sonra!’
Cevval değişecek miydi; bilmiyordum, ama bir dost olarak değişmesini istiyordum. Kötü bir insan değildi, yaptığı bazı kötü işlere rağmen. İletişim biçimimiz kendine özgüydü, ama İD konusu dışında bana hiç tuzak kurarak yaklaşmamıştı. Ancak şu ana kadar yaşadığı ömrüne şekil veren alışkanlıklarından kolaylıkla vazgeçebileceğini de düşünmüyordum. Onu bu kadar çok sıkıştırmamın sebebi buydu.
İnsan, alışkanlıklarına mahkûmdu çünkü; yaratıldığı günden bu yana ısrarla anlatmıştır bu mahkûmiyeti insanoğlu… Ağlayarak anlatmıştır, bağırarak anlatmıştır, öfkelenerek anlatmıştır, şarkı söyleyerek anlatmıştır, öldürerek anlatmıştır. Alışkanlıklarını terk etmek istemiştir ya da alıştığı şeyler oldukları gibi sürsünler diye çabalamıştır. Terk etmek istediği zaman başka, sürdürmek istediği zaman başka davranmıştır; bundan bir hayat üretmiştir.
Sessizce yemeğimizi yiyorduk; ben de çok acıkmıştım. Dingin düşüncelerin teni çok yumuşaktı, dokundukça hassaslaşıyor gibiydi bütün düşünceler; inceliyor, parlıyor ve şeffaflaşıyordu. Cevval’i izlerken bir tür geçmiş-gelecek muhasebesi yapıyordum sanki. Kendime bakıyordum Cevval’e bakmadan önce.
Ölçebildiklerim, sınandığım zamanların başından bağlanıyorlardı benden önceki sınanmışlara. Sonra da Cevval’e bu sınanmışlığın bende kalan izleriyle bakıyordum. Hiç kimse muaf değildi sınanmalardan.
“Elif Lâm Mîm. İnsanlar, “İnandık” diyerek sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar. Andolsun, biz onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir! Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar. Ne kötü hüküm veriyorlar! Her kim Allah’a kavuşmayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” diyordu Allah, Ankebût Suresi’nin ilk beş ayetinde.
Düşüncelerime çok güveniyordu Cevval, içtenliğime dair hiç kuşkuya kapılmamıştı; itiraz etse de onun iyiliği için yaptığım tavsiyeleri çok önemsiyordu.
‘İnsanlara tavsiyelerde bulunurken, onlar adına ne kadar çok kaygılanıyorsun ve yoruyorsun kendini!’ demişti geçmişte bir gün. ‘Bırak insanlar duvara toslasınlar, daha iyi öğreniyorlar ve ders alıyorlar o zaman!’
‘Elimde değil!’ demiştim ben de. Ve Asr Suresini okumuştum:
‘Asr’a andolsun. Muhakkak ki insan hüsrandadır. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka!’
Belki de bende alışkanlık yapan şeylerden çevremdeki insanlara ulaşanlar bu alışkanlığın verdiği mahkûmiyetin eseriydi. Anlatma alışkanlığına mahkûmmuşum gibi hissediyordum. İnsanların hemen hepsinde olduğu gibi Cevval’de de dinleme alışkanlığına olan mahkûmiyet vardı. Ben anlatmaktan vazgeçsem, çevremdekiler de dinlemekten; hep beraber rahatsız olacaktık muhtemelen. Buna mahkûmduk galiba... ama ne tatlı bir mahkûmiyet; keşke bütün alışkanlıklara mahkûm olduğumuzda böyle hissedebilseydik.
Ama maalesef öyle değildi.
Dostluklara ilişkin didikleniyordu düşüncelerim. Fark ediyordum; dostluk dediğimiz şey, asla gerçekten ve daima var olacak kadar güçlü bir şey değildi, bir tür hayâldi. Bu hayâle tutunarak alışkanlıklar üretiyorlardı insanlar ve buna dostluk diyorlardı.
Ne yazık ki, bu alışkanlıklar asla dostluğun bizzat kendisi olmuyordu.
Alışkanlıklarımız rahatsız edildiğinde önce dostluk duygularımızı hırpalıyorduk, sonra dostlarımız dediğimiz insanların kusurlarını tesbih taneleri gibi tek tek seçiyor ve sorguluyorduk. Sonucu kaybetmek oluyordu, bu devinimin.
Dostluk dediğiniz alışkanlıklarla kurduğunuz şeyler, artık istemediğiniz, terk edilmek üzere olan birer yük oluyordu bir süre sonra.
Sıkıntı
Takip et: @SonsuzArk
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
- Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.