12 Nisan 2025 Cumartesi

SA11367/SD3454: Sıkıntı (Roman); 11. Bölüm-Çöl 7

 Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Çaylarımız bitmişti; ikimiz de susmuş ve ağaçlardan yükselen kuş seslerini dinlemeye dalmıştık. Arada bir uzaktan geçip giden bir arabanın lastik sesleri ya da motor gürültüsü geliyordu."


Kafasını kaldırdı, bana baktı ve çayından bir yudum daha aldı Mahir:

‘Bak hiç böyle düşünmemiştim!’ dedi canlanmış bir şekilde. ‘Hakkın var, sanırsam!’

‘Belki de böyle sadece bir tane hatıran olmadığındandır bu kadar çok sarsılmanın sebebi?’ dedim, onu biraz dürterek. 'Mahir’in kadınları’ mı diyorduk, ne diyorduk?’

‘Yok Azizim, böylesi hiç olmadı!’ dedi Mahir canı sıkılmış gibi.

‘Edebiyat adamı sarsar Ağa, yumuşatır ve adamın ruhunda her güzel kadının gelip eğleneceği mekânlar inşâ eder, bu senin alanın, benden daha iyi biliyorsun!’ dedim. ‘Her edebiyatçı bu tür romantik ilişkilere meyyaldir, senin günahın da edebiyatçı olmak! Sana unut gitsin desem, içindeki romantizm unutma sanatına dair kışkırtmaya devam edecek seni. Ne yana dönsen oradan fışkıracak Mahmure!’

‘Senin gibisi yok dedi hepsi! Adam kıtlığı var, dediler; bütün iyi adamlar evli, dediler. Ne yapsaydım Azizim!’ dedi birdenbire patlayarak. ‘Ben kimsenin peşine düşmedim ki!’

‘Haklılar!’ dedim aynı tonda. ‘Doğru; adam kıtlığı var, ama bu kıtlığı giderecek olan da biz değiliz, kadınlar önce adam gibi adam yetiştirsinler ki başka kadınlar kıtlık çekmesin!’ 

‘Biz niye sağlam duramıyoruz o zaman, Azizim?’ diye sordu esef ve öfkeyle. ‘Demek bizde de bir sıkıntı var!’

‘Var, tabi!’ dedim gülerek. ‘Biz de insanız ve erkek olmak gibi bir sıfatımız var; zayıf varlıklarız, cazibeler bizi alt üst ediyor; aklımızı alıyor, yerden yere vuruyor!’

‘Kendimizi kandırıyoruz yani bir nevi?’ dedi Mahir hafifçe gülümseyerek.

Ben tabureme geri döndüm. ‘Bak!’ dedim. ‘Canım o kadar çekti ki şu etli, iri domatesi, ama elimi uzatıp onu koparmadım! Bize düşen bu; ne kadar sağlam zannetsek de kendimizi, durum bu minvalde! Elimizi uzatıyor muyuz, uzatmıyor muyuz, sınavımız bu. Olay elimizi uzatmakla da sınırlı değil; alıyor muyuz, almıyor muyuz? Kadınınki de aslında aynı; cazibesini kullansa ayrı, kullanmasa ayrı, ilgi duyduğu adama yaklaşsa ayrı, yaklaşmasa ayrı. Ama çok iyi biliyor, ilgi duyduğu adama karşı cazibesini kullanması gerektiğini!’

O da geldi oturdu taburesine. Güneş daha da azalıyordu gökyüzünden; saat 18.38’di gelen mesajla dikkatimi çeken telefonun ekranında.

‘Hele dur!’ dedi Mahir telaşla. ‘Öyle konuşmuştuk; bu gece buradasın değil mi, başka planın yok?!’

Mesaj İD’dendi: ‘Ankara’da misin?’

Ben de ‘Evet’ dedim mesajla, Mahir’in sorusuna cevap vermeden önce. 

‘Sana durumu anlatayım!’ dedim. ‘Kararı sen ver, Ağa!’

Cevval’den bahsettim kısaca, çok özeline girmeden; değişmek istediğinden, evleneceğinden, evleneceği kızdan. Cevval’in bana yüklediği sorumluluktan.

‘Yani sen olmasan olmaz mı?’ dedi biraz da üzülerek. ‘Ne güzel rahat rahat sohbet edecektik!’

‘Ben aslında otelde yer ayırtmıştım. Çünkü bizim işlerin akışı ile senin hayat akışın arasında hiçbir benzerlik yok. Cevval oteli iptal ettirdi. İstersen hemen haber vereyim, beklemesin beni!’ dedim tereddütsüzce. ‘Başka bir zaman ayarlasın!’

Bir şeyi bozmaktan korkarcasına atıldı hemen:

‘Yok, Azizim!’ dedi tok bir sesle. ‘Madem güzel bir işe vesile olacaksın, git. Bizimkisi başka bir şey; ne kadar konuşsak da çok fazla şey değişmez!’ 

‘Bana emrivaki yaptı Cevval!’ dedim. ‘Sağlam adamdır, herkese güvenmez, herkesle her şeyi konuşmaz!’

‘Tanıştırsaydın ya bizi!’ dedi biraz da suçlarcasına. ‘Ne o öyle aşağıda bıraktırdın kendini?’

Cevval’e söylediğimi ona da söyledim: 

‘Dostlarımı birbirleriyle tanıştırmıyorum bilhassa; her biri ayrı dünyaların insanı!’ dedim gülerek. ‘Hem sonra birlik olup bana kumpas kuruyorlar!’ 

Keyifle güldü Mahir, ‘Ne güzel işte hayatında yaşamadığın kadar macera yaşıyorsun!’ dedi muzip bir şekilde. ‘Şikayetçi mi olacaksın?’

Sonra Mahir’e mesajın kimden geldiğini de söyledim. Şaşırmıştı. ‘Senin yaran hâlâ kanıyor yahu!’ demişti neredeyse fısıltıyla. ‘Bizimki kabuk bağladı, kabukta vakit geçiriyoruz!’

Biraz düştü sesimin direnci, ‘Yara oluştu mu, bilmiyorum!’ dedim. ‘Oluşmaması için çabalıyorum, ama zırh delindi mi diye sorma, delinmese de rüzgar alacak kadar inceldi bu darbeyle!’

Çaylarımız bitmişti; ikimiz de susmuş ve ağaçlardan yükselen kuş seslerini dinlemeye dalmıştık. Arada bir uzaktan geçip giden bir arabanın lastik sesleri ya da motor gürültüsü geliyordu.

‘Bir çay daha içer miyiz, Aziz Kardeşim!’ dedi Mahir ayağa kalkarak. ‘Dürüst olalım. Biz kendimizi sağlam zannediyoruz, ama değiliz işte gördüğümüz gibi!’

‘İçeriz, Ağa!’ dedim gülümseyerek. ‘Çay güzeldir; bahçe güzel, kuşlar güzel, muhabbet güzel. Sağlam dediğimiz, sağlam olduğunu sandığımız şey, Allah’ın zayıf yarattığını söylediği insan ve hatta onun en zayıf kısmı olan erkek. O da ne kadar gelişirse gelişsin ne kadar bilirse bilsin bu kadar sağlam oluyor işte!’

O sakin ikindi sonrası konuştuklarımız, belki de en zayıf yaratılmış olarak bize iyi geliyor, hatta bizi güçlendiriyor olabilirdi. Ama Mahir’in yazamadığını görüyordum, kuruduğunu, bir vahaya duyduğu özlemle çölleştiğini... Yazmasını önermiştim, ‘içimden gelmiyor’ demişti.

Bakır tepsiye diziği çay bardakları ile geri geldiğinde ve taburesine tekrar oturduğunda kısa bir analiz yapmak gerektiğinin farkındaydım. Onun için, kendim için, hatta bütün erkekler için.

‘Eğer herkes, kendi idrak dairesi içinde zırhlarla ve surlarla tahkim edilmiş bir güvenlik alanında olduğunu sanmasaydı, insanlarda oluşmuş bir şahsiyetten bahsetmek mümkün olmazdı, Ağa!’ dedim çay bardağımı alarak, bardağa iki kesme şeker koyarken. ‘Sen, ben, o ve diğerleri, kendimizi, fark ettiklerimizi ve düşüncelerimizi yeterli, yerinde ve eksiksiz buluyor olmasaydık, bir bütün olmaz/olamazdık!’

Dikkatle dinliyordu beni Mahir, binlerce kitaptan süzülüp gelen insan bilgisiyle yüklüydü hafızası.

‘Abartmadan, sakince konuyu irdelemek lazım.’ dedim, sözlerimi kaldığım yerden sürdürerek. ‘Biz, şu andaki mevcudiyetimizin tüm özelliklerini şu ana kadar yaşamış olduklarımızla belirginleştirmiş hâldeyiz. Bu özellikleri yeterli ve eksiksiz hissetmemiz, işin doğası gereğidir. Hayatımızın geçmiş adımlarında eksik kalan birçok şey olduğunu bilmemize rağmen, onları eksiksiz olarak kabul etmekten çekinmeyiz. Ancak; o eksikliklerin üstünü örtsek bile, gelecekte onların bizi tekrar rahatsız edeceğini de biliriz. İnsanın yaşarken 'bireysel varoluş sürekliliği' söz konusu olduğundan, bunun böyle olması da normaldir. Yani geride bıraktığımız, tamamlanmış olması gerekip de tamamlanmayan her şey, kendisindeki eksikliklerle de kişiliğimizin oluşmasına katkıda bulunur!’ 


<< Önceki                      Sonraki>>


[02.04.2025, 11/15 (865))]


Seçkin Deniz, 12.04.2025, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan

  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.
  4. Sonsuz Ark Yayınlarının Kullanımına İlişkin Önemli Duyuru için lütfen tıklayınız.

Seçkin Deniz Twitter Akışı